ANLAMSIZ CÜMLELER
Anlamını yitiren cümleler arasında boğulduğumu
hissediyorum. Gözümü onunla açmıştım ben hayata, ona “seni seviyorum”
diyebilmiştim tüm kalbimle önceki sevgililerime söylemediğim üzere, sırf şu anda
manasız gelen cümlelere ben de kurban gitmeyeyim diye. İnsan sevdiğine emin
olup ondan sonra mı ben seviyorum der ki? Bunu düşünmeden kurdum sevgi
sözcükleri ona. Meğerse ki benim kurduğum cümleler de buna kurban gitmiş de
haberim yokmuş.
Şu anda uzandığım yatağımda arkadaşlarımın bana
çaresiz bakan gözlerini görüyorum. Onların gözlerinin içerisine uzun uzun bakıp
anlatıyorum derdimi zira konuşacak halim yok. Ne kadar süredir hastanedeyim onu
da bilmiyorum. Yolunu, izini bilmediğim bir şehre geldiğimi hatırlıyorum onun
peşinden. Daha düne kadar evimizi nasıl dekore edebileceğimizi konuşuyorduk,
maddi durumumuz pek yoktu ama olabildiğince para biriktirmeye çalışıyorduk.
Para gitmesin diye iş arkadaşlarım dışarı yemeğe giderken ben oturup tost
yiyordum veya haşladığım patatesi ama onun için, bizim için değerdi buna. Ailelerimiz
de yardım edecekti hem evlenmemize, daha birkaç hafta önce tanıştırmıştık
onları. Benzer sosyo ekonomik sınıftan gelmiş olmanın verdiği rahatlıkla
aileler hemen kaymışlar ve düğün için, yeni kurulan ev için ellerinden geleni
yapacaklarını söylemişlerdi. Gerçi onların ellerinden çok fazla bir şey de beklemiyorduk.
Beklentilerimiz olabildiğince minimumdu. Hatta sevdiğim kadın bekar evindeki
beyaz eşyaların bile kendileri için yeterli geleceğini anlatıyordu. “Sadece
seninle yaşamak benim için önemli olan, yeter ki bizim evimiz olsun, içindeki
eşyalar ikinci el bile olsa, eski de olsa olur. Biz olmak önemli benim için,
eşyalar, para veya mülk değil derdim.” Ne kadar da manasız geliyor şimdi
söylediği bu sözler.
Bir arkadaşım yanıma geliyor, gözümden akan
yaşlarını siliyor. Onun da çenesinin titrediğinin farkındayım, gözleri de
doluyor ama ağlamıyor. Bu sırada zihnimde başka bir kare silsilesi hızla
geçiyor. Yarı zamanlı çalışıp, devlette bir yere girebilmek için hazırlandığım
sınava destek olması için gittiğim dershaneden geldiğim yorgun bir akşam yüzlerce
kilometre uzakta yaşayan onu kapıda beklerken bulunca, şaşkınlıkla beraber
mutluluk gözyaşlarımın akmasına engel olamamıştım. Hafif uzun, sakalsız yüzümü
ellerinin arasına aldı, başparmaklarıyla gözyaşlarımı silerken şunları söyledi
bana; “Biliyorum ki şu an akan yaşlar mutluluktan. Şunu bil ki, eğer
mutsuzluktan akarsa bu yaşlar, onu akıtana hayatı dar ederim. Eğer oldu da
birisi seni üzdü, beni düşün. Beni düşündüğün her an bu yaşlar duracak ve mutlu
olacaksın. Şimdi sil gözyaşlarını, sanki evlenmişiz ve kendi evimize girer gibi
girelim şimdi senin arkadaşlarınla yaşadığın şu bekar evine.” Ne kadar da
manasız geliyor şimdi söylediği bu sözler.
Bir telefon görüşmesine bakıyor bunlar gibi yüz
binlerce cümlenin manasını yitirmesi. Bitti diyor bir neden bile söylemeden.
Gerçi bir önceki gün benimle hayal kurarken şimdi hayatımdan git nasıl der,
bunu hangi nedene dayandırabilir inanın bilmiyorum. Diyemiyorsun ki sen bunları
söylemiştin, beni sevmiştin, benimle evlenecektin diye.
Bilincimi yitirmeden önceki son karede onun yüzü
vardı, gözyaşları içerisinde harap olmuş bana pislik gibi bakan yüzü.
Gitmek sadece bir eylemdir.
YanıtlaSilUnutmak ise kocaman bir devrim.
Nazım Hikmet