GÖRÜNEN ve GERÇEK NEDEN
“Günaydın” kelimesini duymamak için
kaçılır mı insanlardan? Beni hiç tanımadan, bana bu cümleyi kuran birisinin
benden bir beklentisi olabilir miydi? Hem neden insan cebindeki kelimeleri hiç
çekinmeden harcıyordu ki? Para gibi harcanabilir olmadığı için miydi? Sahi
konuşmak bedava mıydı? Peki ya susmak, buna paha biçilebilir miydi?
Kafamda sabah sabah bir yığın sorun.
Size kendi hikayemi anlatacağım, beni dinler misiniz? Herhangi birisinin
herhangi bir hikayesi bu. Aslında ne kadar sıradan olduğumuzun bir hikayesi bu,
sıradanlık içerisinde kendimize kurduğumuz sanal dünyaların, duymak
istemediğimiz gerçeklerin hikayesi. Bana ne senin hikayenden demeyin, bir dizi
izler gibi düşünün. Ne kadar keyif ve merak içerisinde izliyorsunuz diziyi
değil mi? İşte bu da benim dizim, hem saatlerinizi, günlerinizi almayacak,
birkaç dakika içerisinde bitirebileceğiniz bir dizi. Hikayem bitince de ne oldu
diye sormayın, diziler bitince ne oluyor ki?
Bazen öyle bir an oluyor ki, sanki bu
hikayeyi yazmak için yaşadım. Halbuki ben bu hikayeyi yazmayı yazmak hiç
istemezdim, bunları yaşamak da.
Annem rol modelimdi, hep onun gibi
ayaklarının üzerinde tek başına duran, kimseye tamah etmeyen, kendi bildiği
doğrular için savaşabilen, gerektiği zaman düzene karşı gelebilen, özü sözü bir
olan bir kadın olmaya çalıştım. Ekonomik bağımsızlığımı elde edebilmemin ilk
adımı olan üniversite etabını ise anadoluda bir üniversitede işletme okuyarak
geçirdim.
Mezuniyet balosunda tanıştım o çocukla.
Düğün salonundan bozma bir mekanda yapılan baloda arkadaşlarımla, 4 senenin ne
kadar da çabuk geçtiğini, üniversitede ilk çıktığımız çocukları, ilk öpüşme
deneyimlerimizi, kopya çekerken yakalanan birisinin asistanla yemeğe çıkmak
zorunda kalışını, zil zurna sarhoş olduğumuz bir gecenin sabahı hepimizin
sızmış biçimde üst üste yattığını, ders seçmek için sabahladığımız gecenin
birisinde dürümcüye gidişimiz ve yolda birimizin çantasının çalınışını,
üniversitenin ilk günlerinde, birbirimizi gördüğümüzde ilk aklımıza gelenleri,
birimizin çakma sarı saçlarına, silikon varmış gibi duran göğüslerine, safça
bakışlarına bakanların bu kızın dönem birincisi olacağına ihtimal
veremeyeceğini, benim hafif kalkık burnuma, etrafıma alaycı bakışlarıma,
orantılı bedenime, etrafıma yaydığım bir yandan sıcak diğer taraftan da
kabuğumu kırmak için uğraş bakalım havama bakan erkeklerin yanıma
yaklaşamamalarını konuştuk.
Sohbetin en koyu olduğu anda geldi,
sandalyeyi yanıma çekti. Kimseye eyvallahı olmayan, benden daha ukala tavırlara
sahip olanlara uyuz olan ben öylece kalakalmıştım. Şimdi o an söylediklerinin
pek önemi yok, eğer birgün hikayem dizi olursa orada uzun uzadıya anlatırım
beni tavlarken anlattıklarını. Sanki ayarlamışçasına sözlerini bitirdikten
sonra da çiftleri dansa davet etmezler mi? Aslında yanıma gelip konuşmaya
başladığı andan itibaren biz de zaten çifttik ancak bunu bağıra çağıra
birbirimize henüz söyleyememiştik. Benimle dans eder misin dedi. Cevap vermeme
fırsat vermeden elimden tuttu ve piste çıktık. Hani insanlar çekinir ya böyle
kalabalıkta dansa kalkmaya ilk olarak, sonra birileri çıkmaya başlar ve ondan
cesaret alan diğerleri de dansa başlar. İşte biz feyz alınan o ilk çifttik.
Etrafımız doldu taştı sonra. Kendimi onun ellerinde hayata hapishanede
gözlerini açmış, ara sıra birilerinin yanına dışarı çıkartılan ancak özgürlüğün
tadına annesiyle beraber hapishaneden çıkan bir çocuk gibi hissediyordum dans
ederken. O yaşıma kadar yaşadığım birisi kısa birisi ise iki ramazan ayı
görecek kadar uzun ilişkim sanki bu ara sıra dışarı çıkılan dönemlerdi. Onun
elini elimde ve belimde hissetmek ise sonsuz özgürlük duygusuyla besliyordu
beni. Sevgilimdi artık o benim.
Sonunu düşünmeye çalışmadan, balodan
sonraki gün herkesin kendi şehirlerine gideceğine odaklanmadan, uzaktan uzağa
ilişki yürütmenin zorluklarını düşünmeden, aramızdaki mezhep farklılığının
ileride başımıza çoraplar öreceğini düşünmeden... Başladık işte. Kim ilişkiye
plan yaparak başlar ki? Aşık olmak plan gerektirir mi ki?
Mesafeler aşkımızı git gide
çoğaltıyordu. Uzun süre iş bulamadıktan sonra önüne sürekli getirilen askerlik
sorununu halledebilmek için askere gittiğinde daha da çoğaldı aşkımız. Onu
düşünmeden geçirilecek bir an haram geliyordu. Onun için de böyleydi bu,
hissedebiliyordum. Yoksa hergün bana nasıl bu kadar güzel mektuplar
yazabilirdi? Nereydeyse her gün yazıyordu ve çarşı iznine çıktığında posta
kusuna atıyordu. Mektupların birisinde diyordu ki;
“
...
Ben seni nedensiz sevdim, bazen böyle
sessiz kalıyorsun ya, enerjin düşüyor, konuşmak istemiyorsun benimle bile, işte
ben seni en çok o zaman seviyorum. Kimsenin seni yanında istemeyeceği o zaman
işte sana daha fazla tutkuyla bağlandığım an. Kendince o en kötü anında da
yanındayım sevgilim. Seni asla ve asla bırakmayacağım. Bir insana sana Kıbrıs
kadar altın versek nefes almayı bırakır mısın sorusu ne kadar manasızsa, benim
de sensiz olma ihtimalim öyle manasızdı işte.
...
“
Hergün kendimden geçiyordum mektuplarda.
Benim kıskanç, hemen küsen, alınan kişiliğimden tamamen bağımsız, bana aşıktı
ve bunu damarlarımda hissedebiliyordum. Birisine seni seviyorum demekle
hissettirmek arasında dağlar kadar fark vardır ve o, bir insan kendisini ne
kadar özel hissedebilirse o kadar özel hissettirebiliyordu.
Bu süre zarfında ufak tefek yarı zamanlı
işler bulabiliyordum ancak sigortamın yattığı, sürekli bir iş bir türlü
bulamamıştım. O ise beni hep teselli ediyordu, askerden döndükten sonra benim
çalışmaya zaten ihtiyacım olmayacaktı, o evimize yetecekti. (İlk defa evimizden
bahsettiği anda kalbimin ağzımda attığını, bir süre konuşmadan öylece
kalakaldığımı, telefonun öbür ucunda sevdiğimin sesini duyduğumu ancak
konuşamadığımdan dolayı hatlarda problem olduğunu, sevgilimin telefonu kapatıp
tekrar aradığını, o sırada benim bir bardak su içerek kendime gelmeye çalıştığımı
söylemeden de geçemeyeceğim.) Tabi ki benim de ayaklarım üzerinde durmamı
istiyordu ancak evlenmemiz için bu ön şart değildi. (Evlenmek mi? Bu çocuk beni
mutluluktan öldürmek amacında mıydı?)
Askerden döndükten kısa bir süre sonra
birbirimizin aileleriyle tanıştık. Benzerdi aile yapılarımız, buna çok
seviniyorduk zira sadece biz değil ailelerimiz de evleniyor olacaktı.
Bizimkiler sevgilimi çok sevdi, o gittikten sonra ailemle konuşmalarımızdan
bunu çıkartabilmek çok da zor değildi. Şeytan tüyü vardır zaten onda, birisinin
ona kanının kaynamaması anormal olurdu zaten. Gerginliğimden midir bilinmez
kendim gibi olamadım ben ise onun ailesiyle tanışmaya gittiğimde. İster istemez
hafif soğuk duruşum da bunda etkili olmuştur mutlaka. Ancak sonraki süreçte ailelerimizin
tanışması ve onlar kendi aralarında çok iyi anlaşması yüreğime su serpti. Onlar
da beni mutlaka seveceklerdi.
İş buldu, çalışmaya başladı. Fena
olmayan bir para kazanmaya başladı. Ben ise ufak tefek işlerde çalışarak para
biriktirmeye çabalıyordum, hala tam zamanlı bir iş bulamıyordum. Bu arada
güvenlik görevlisi kurslarına katılıyordum, en kötü ihtimal öyle bir işte
çalışırım diyordum.
Doğum gününe daha çok vardı ne hediye
alsam diye önceden düşünmeye başlamıştım bile. Tam o döneme geldi sevgilimin
askerdeyken bana gönderdiği son mektuplar. Işte buydu hediye, ben de geleceğe
mektuplar yazacaktım. Doğum gününe kadar her gün ona bir mektup yazacaktım ve o
gün geldiğinde ona hediye edecektim. Bir nevi aşkımızın günlüğü olacaktı. Ona
aşkımı haykıracaktı mektuplar ve en uzun gün olan doğum gününde onunla
beraberce okuyacaktık.
İlk mektubumun bazı satırları şöyleydi;
“
Sevgilim,
Seni görmeden bir gün daha geçti.
Konuşacağımız, her güne beraber uyanacağımız günü ne zaman olduğunu bilmemek
zor olsa da, seninle beraber yaşayacağımız mutlu günlerin hayali beni yaşama
motive ediyor.
Bugün annemleri uğurladım otogardan.
Hüzünlendim, klasik biçimde bende de hüznü alevlendiriyor otogar.
...
Tünele girerken telefonu kapatalım dedin
tünele girdiğini belirterek ve çıkınca hemen arayacağım dedin. Aramadın. Aradan
15 dakika geçti hala aramadın, ben aradım açmadın. Meraklandım.
Bu iş yerinde fazlasıyla gerildiğinin
farkındayım. İnşallah en kısa sürede daha optimum bir işe girebilirsin. Çok mu
acele ediyorum bilmiyorum ama bir an önce seninle aynı çatı altında yaşamak
istiyorum.
Bugün seni dünden daha fazla seven
sevgilim.
Sevgiyle kal.
”
Mektuplar yazmaya devam ediyordum. Beni
rahatlatıyordu yazmak. Kendim için tuttuğum günlüğe yazmayı bırakmıştım artık.
Kendi mutsuzluklarım da oluyordu bazen o satırlarda. Beni ziyarete geldiğin bir
günün akşamı ise şu satırları yazmıştım mektuba;
“
...
Haftasonu mutsuzluğundan sonra biraz
konuştuk. Daha doğrusu ben konuştum sen sustun. Arkadaşlarımın yanında çok
neşeliydin, benim yanımda ise suskun, tatsız, mutsuz. Şimdi düşünüyordum da bu
da bir meziyet aslında. Mutsuzken de etrafa belli etmemek. Ben istiyorum ki
mutsuzluğumuzu da paylaşalım, bunu açıkça ifade et.
Bir kasa karpuz aldım senin için halden.
Haftasonu konuşmuştuk , çok sevdiğini söylemiştin, o an da canın çekmişti. O
akşam baktım marketlere ama yoktu, mevsimi değil zaten.
Bugün seni dünden daha fazla seviyorum
sevgilim.
Aşkla kal.
”
Şu satırlar ise sonun başlangıcının
olduğu cümlelerle dolu;
“
Sevgilim,
Dün sanki biraz sitemli yazmışım sana.
Kendimi suçlu da hissetmiştim. Aşkımın mektupları, günlükleri olacaktı bu. Ama
dün akşam aramızda aşka dair hiçbirşey kalmadığını hissettim.
...
Meğerse işinden değil de benden de ne
kadar rahatsızmışsın. Birkaç ay önce geçirdiğimiz o sessiz dönemden sonra
kendini geri çekmişsin zaten. Ben de kendi kendime oynuyorum öyle.
...
Bundan sonra ilerler miyiz, ilerlersek
de nasıl ilerleriz bilmiyorum. Bir de ne var biliyor musun, herkes sorunun
bende olduğunu düşünür kesin, tıpkı senin şu an düşündüğün gibi. Varsın öyle
olsun, beni sevdiğim anlamazsa kim anlar. Kimseye derdimi anlatmak istemiyorum,
kimseyle konuşmak istemiyorum.
Bu satırları okumuyorsan zaten
ayrılmışızdır, eğer okuyorsan beraberizdir ve umarım ne kadar yaralandığımı
anlarsın.
”
Mektuplara şöyle bir baktım da son
zamanlara doğru ne aşk ve ne de başka birşey. Git gide uzaklaşmıştık
birbirimizden. Bunun nasıl olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Biz
neden böyle olmuştuk? Ben hergün heyecan içinde onun için uyanırken nasıl
oluyordu da benden koşa koşa kaçıyordu.
Hayatımda bu kadar üşüdüğümü
hissetmemiştim. Yanıma geldi, sarılmadan, yanağıma formaliteden öptü. Öptü
dediğim, o an bile dudaklarımda olması için can verebileceğim dudakları,
eskiden çok sevdiğini söylediği hafif dolu yanaklarıma değmedi bile. Deniz
kenarında bir süre öylece oturduk. Hiç bu kadar pis görünmemişti sevdiğim için
bir tutku olan deniz. Onunla saatlerce sessiz oturduğumuz zamanlar da olmuştu
ancak bu sefer farklıydı. Sabır küpü ben, dayanamadım artık ve sordum “Neden
böyle olduk?” Sorumun altında bir art niyet veya farklı birşey yoktu. Sadece
anlamaya çalışıyordum, nasıl çözebilirizdi öğrenmek istediğim ancak öyle olmadı
ayrılık konuşması yaptı; “Karakterlerimiz birbirinden farklı” bu cümleyle
başladı. Sonra söylediklerini hatırlamıyorum. Yanımdayken içime akıttığım
gözyaşlarını o gittikten sonra dışarıya vurdum. Daha önceden bağırarak
ağladığımı hiç hatırlamıyordum, boğazım ağrıdı günlerce. Büyük bir tutukuyla
bağlı olduğumuz aşkımız nasıl oldu da bu hale gelmişti. Siz bu hikayeden bu
çocuk beni neden terk etti anlayabildiniz mi? Içinde olmama rağmen ben
anlayamadım. Belki siz dışarıdan bakan birisi olarak anlamışsınızdır? Söyleyin
bana hata nerede?
Bir olayın görünen nedeni olabilir,
ancak gerçek neden, görünen neden olmak zorunda mıdır? “Karakterlerimiz
birbirinden farklı” görünen neden olabilir, bunun gerçek neden olmadığını ise
ikimiz de biliyoruz. Birbirine bu kadar aşık iki insan daha neyin karakterinden
bahsediyor. Zira gerçek neden bir süre sonra kendisini gösterdi. Kafasının
rahat ettiği, nispeten daha iyi para kazandıran iş bulduktan sonra, benim gibi
doğru düzgün işe sahip olmayan birisiyle uğraşmaktansa, çalıştığı yerden
birisiyle beraber olmaya başladı, hem de ailesinin seveceği türden. Yani anlayacağınız aşka satırlarda kaldı.
Yaş ilerledikçe herhalde ağladıklarımı
dostlarım görsün istemiyorum, ağlıyorum kendi kendime, sonra dışarıda güçlü
oluyorum. Gençliğimde ise acı çektiğimi bilsinler bana destek olsunlar
istiyordum. Ayrılalı daha birkaç saat oldu ancak sanki yıllardır ayrı gibiyiz.
Gözyaşlarım kurudu, uyuştum, müsait bir yerde inmek istiyorum.
Ot gibi geçen birkaç aydan sonra bir
firmada güvenlik görevlisi olarak çalışmaya başladım. Servis alanından şirkete
girişlerin yapıldığı turnikelerin kenarından duruyordum. Sabah sabah ayılmaya
çalışan insanların arasından birisi yanımdan geçerken bana “günaydın” dedi.
Onun kötü niyetli olduğunu düşünüyorum, insanlara güvenmiyorum. Bugün günaydın
dediyse yarın “Allah belanı versin” diyebilir. Ertesi gün insanların en az
tercih ettiği turnikelerin olduğu tarafa geçtim. Bu yazıyı da neden buraya
geçtiğimi düşünürken “Günaydın” kelimesinden yola çıkarak yazdım. Herkese
anlatmak istediklerimi kimsenin anlamayacağı biçimde herkese anlattım.
Yorumlar
Yorum Gönder