HASTANE ODASI
Acaba doktoru
çağırmalı mıydım? Gösterge 70’in altına düştüğü zaman doktor, bize haber verin
demişti. Serum kokulu hastane odasında annem yatarken hareketsiz biçimde
yatarken ben de gözlerim monitörde aynı biçimde hareketsiz duruyordum. Hareket
eden, kırpıştırmamak için uzun uzadıya, kuruyana kadar açık bırakmaya
çalıştığım, gözlerime bir an için monitörle perde çeken göz kapaklarım ile annemin,
ismini bende yaşattığı dedeminki gibi, merhametli olunduğuna dalalet olan, kıllı
göğüs kafesim, nefes alabildiğini anlayabilmek, duyabilmek için ümitsizce git
gide kocaman olduğunu hissettiğim kulaklarımdı. Nefes alabildiğime göre minicik
parçalara bölünmüş kalbim kan pompalamaya devam ediyor, damarlarım bir yerlerde
kan taşıyor, midem en son, annem kalp krizi geçirdiği günün sabahında
yaptığımız uzun hafta sonu kahvaltısında, “ellerine sağlık oğlum” deyip büyük
bir keyifle yediğimiz patatesli yumurtanın arta kalanını (midemde bir şey kalmadığına
emindim) öğütmeye çalışıyordu.
80’ler civarında
dolanan monitör 70’lerin ortasına düştü. Ayağa kalktım, bir yandan gözüm
monitörde, diğer yandan annemde, diğer taraftan da kapı koluna doğru bakıyordu.
Doktor neye göre 70 demiş olabilirdi, güvenlik payı bırakmış mıydı? Mesela 60’ın
altı risk teşkil ediyordu da ne olur ne olmaz diyerek mi 70 demişti? Eğer böyle
yaptıysa neden bize açıklamadı ki? 75,74,73... Kalbim ağzıma geldi, o an tüm
bedenim bağırmak, isyan etmek istiyordu. Neredesin lanet olası doktor, neden
buradan gittin, neden açıklama yapmadın diyerek ortalığı yıkasım geliyordu.
Kapıya doğru hızlı birkaç adım attım, döndüğümde monitöre son bir göz attım.
73,74,75,76... Normalleşiyordu. Allah’ım ben ne yapıyordum, az kalsın doktoru
gereksiz yere rahatsız edecektim, bana kızacaktı, doktora da annem için elinden
geleni yapsa da sevgisini koymayacaktı ve bu da annemin sonu olacaktı.
Gecenin
yorgunluğu üzerime çökmeye başladı. Babam ne zaman hava almaya çıktı ve döndü
hatırlamıyorum. Az önce ben neredeyse kalp krizi geçirecekken nereydi? Yanıma
katılmasıyla beraber 4 göz monitöre bakmaya devam ettik. Kaç gündür uykusuz
olduğumu, uyumam gerektiğini, annemin bana güçlü bir şekilde ihtiyacı olduğunu,
gözlerini açtığında beni o anki perişan halimle görmemesinin ona moral
vereceğini söyledi. Ben ne kadar uykusuzsam o da o kadar uykusuzdu. Yaşı
neredeyse benim yaşımın iki katıydı ve gözlerinde bir damla uyku olmayan bu
koca adam ayaktayken benim uyumam olmazdı. Saat kavramının beni terk ettiği,
gece mi gündüz mü olduğunu bilmediğim, ara sıra odaya girip çıkan doktorlar,
hemşireler haricinde kimseleri görmediğim (ziyarete gelenler oluyordu ancak
gözüm kulağım sadece ve sadece annem hakkında bana bilgi verebilecek sağlık
personelini görüyordu) bir sürenin sonunda uyandığımda anlayacağım üzere bir
koltuk üzerinde uyuyakalmıştım.
Birkaç yıl
öncesine dair birkaç kare ziyaret etti beni uykumda. Otogarda annemle babamı
uğurluyordum, yaklaşık 12 saat sürecek yolculukları öncesi birkaç dakika da
olsa transit olarak geçtikleri, yaşadığım şehrin büyük otogarında hasret
gideriyorduk. Yaklaşık 3 ay için doğdukları topraklara gidiyorlardı, askerlik
haricinde ilk defa bu kadar uzak kalacaktık birbirimize. Ayrılık zamanı
gelince, gözlerime hücum eden yaşları içime akıttım, beni böyle
görmemeliydiler. Zihinlerine böyle kazınmamalıydım. Babamın elini öptüm
saygıyla, annemi canı yanıncaya kadar sarmaladım. Otobüs geri geri, çıkış için
manevra yaparken bana el salladılar, ben de onlara el salladım, elimi
görebilecekleri ancak gözyaşlarımı göremeyecekleri bir mesafeye geldiklerinde,
kızardığını tahmin ettiğim gözlerimdeki yaşları dışarıya bıraktık. İlk defa o
zaman onlardan ayrı kalmanın ne kadar acı olduğunu, onları bir daha görmeme
ihtimalimi, bu ihtimal karşısındaki çaresizliğimi hissettikçe eve gidene kadar
geçen süre boyunca ağladım.
Uyandığımda kocaman
yanaklarımın sular içerisinde kaldığını hissettim. Uyuyakaldığım koltuğun
tepesinde gerçekten de ağlamıştım. Babam, uyuyakalmadan önce hatırladığım
biçimde monitöre bakıyordu. Allah’ım nasıl olurdu da uykuya yenik düşmüştüm
ben. Babam ise nasıl olurdu da bunca yaşına rağmen ayakta dimdik durabiliyordu.
Aşktan öte hayat arkadaşıydılar birbirlerine. En güzel zamanlarında
beraberdiler, büyüdükleri köyden beraber şehir hayatına geçtiler, çok
sevdikleri kızları üniversiteden mezun olunca beraber gurur duydular, evlenince
beraber ağladılar, evin küçük oğlunu eşi terk edince beraber üzüldüler.
Birbirlerine kızdılar, bazen hiç konuşmadılar ama hep anlaştılar. Şimdi ben
burada annemin bizi bırakma ihtimalini düşünüp kahroldukça, hayattaki ikizinin,
ruhunun eşinin, minnettarlık beslediğinin, gözünün bebeğinin, evlendikten sonra
neredeyse bir gün bile ayrı kalmadığının ona ne kadar dokunduğunu tahmin etmek,
hissetmek ne kadar da güç.
Bir yerlerde
ölüm var, kollarını açmış bizi bekliyor, kaçınılmaz son için çağırıyor. Bir
yandan da benim annem var, şu hayattan tek beklentim, o monitör 70’in üzerinde
kaldığı sürece yaşayabilmek ve onun acısını yaşamadan bu dünyadan ebedi dünyaya
gidebilmek.
Yorumlar
Yorum Gönder