BİR DAMLA
Hafif
ıslattığım bir peçeteyle önce ağzını sildim. Kafasını soktuğu klozetten
doğrulmaya mecali yoktu. Kuru bir bezle de alnını, boynunu ve ensesini sildim.
Kemoterapi görmeye başladığında doktor ara sıra kusabileceğini söylemişti. Ara
sıradan daha fazla kusuyordu bir süredir. Kusmak da aynı hacet gidermek gibi
gayet doğaldı. İğrendiğin için kusabilirdin, aşırı yemek yediğinde, alkol
duvarını aştığında, iğrendiğinde, sancılı bir migren krizinde de kusabilirdin.
Kustum da, kustuk da. Ancak bu sefer ölüm kusuyordu narin, şarap içse
görünecekmiş gibi şeffaf, tüysüz, her an kırılacakmış gibi duran, dokunmaya
kıyamadığım boyna sahip, hayatımı adadığım ve bundan mutluluk duyduğum, Allah’a
her gün şükür etmeme neden olan, simsiyah saçlarının açık yeşil gözlerinin
üzerine bir tutan geldiğinde huylanıyor olsa da, benim onu izlediğimi ve o
sahneden çok hoşlandığımı bilen, elmacık kemiklerini gülümserken hafifçe
çıkartan, kitaplardaki aşklar gibi âşık olduğum kadın. Belki de gerçek hayatta
yaşanamayacak kadar mükemmel olduğu için gözlerimin önünde hızla eriyordu.
“Mezarlık
ziyaretleri başladığında ölüm daha da yaklaşmıştır” demişti bir gün çok sevdiği
teyzesinin mezarlığını ziyaret ettiğimizde. Annesine, babasına sarıldığı kadar
sıkı sıkı sarılırdı ona, sevgisini belli eder, sevildiğini de hissederdi.
Teşhis konmadan birkaç gün önce öyle demişti. Bir yandan sessiz gözyaşları
bembeyaz teninden akıp giderken bir yandan bayram harçlığı toplayan davulcuları
duyunca tebessüm ediyordu. Bir yanda bize an ve an yaklaşan ölüm, bir yandan
davul çala çala yaşanan bir var olma durumu.
Hastanenin
nispeten sessiz koridorlarında her ikimizin de tahmin ettiği ancak ısrarla
konuşmadığımız ve birbirimizin morali yükseltmeye çabaladığımız bir anda
kafasını hafifçe bana doğru çevirdi, gözleri gülümsüyordu ve sanki biraz sonra
kaçınılmaz sonu öğrenmeyecektik. “Düşündüm de, ekg sonuçları, tansiyon, nabız
gibi temel veriler normal çıkmasına rağmen kalp çarpıntısına sahip olan bir
insana doktor neden son zamanlarda stres yaşadığın mı diye sorar? Âşık olmak
stres olmaktan daha zor olduğu için mi yoksa biz öyle zannettiğimiz için mi?”,dedi.
Ben de onun sıcak gülümsemesinin içerisinde eridim. Her zaman olduğu gibi yine
doğru noktaya işaret etmişti. Hiç böyle bakmamıştım dedim. “Senin beni sürekli
desteklemene bayılıyorum. Hatırlıyor musun bir gün yaptıklarımın farkındayım,
yapmadıklarımın değil diyerek kendini kibar ve romantik olamamakla
eleştirmiştin ve sen de ne bulduğumu sormuştun. Ben de sana bana ve benim
fikirlerime değer veriyorsun ve sürekli destekliyorsun, bundan daha fazla ne
olabilir ki demiştim. Bunun üzerine bana sarılırken kemiklerimin kırılacağını
hissetmiştim. Doktordan çıktıktan sonra bana tekrar öyle sarılır mısın?”. O an
içimden parça koptu, gözlerim doldu ne olduğunu anlayamadan ağlamaya başladım.
Hepimiz
öleceğimizi biliyoruz ancak 70 yaşından sonra öleceğimizi düşünerek hiç oralı
olmuyoruz. Birisi size daha yolun yarısına gelmemişken kısa bir süre içerisinde
öleceğinizi söylediğinizde de yapmak isteyip de yapamadığınız bir yığın isteğin
olduğunu fark ediyorsunuz. Kanser olduğunu öğrendiğimizde ikimiz için de son
artık kaçınılmazdı. Olabildiğince hayatta kalmaya çabalayacak ve keşkelerimizin
olmamasına gayret edecektik.
Onun
doğduğu topraklarda, yeşilin içerisinde, kuş sesleri eşliğinde dizlerine yatmak
ve o narin dokunuşlarını hissetmek beraber yapmak isteyip de yapamadıklarımız
arasındaydı. Hep bir bahanemiz vardı, iş var, şunu yapalım, sonra gideriz,
sürekli ertelemeler ve sonunda artık ertelenebilecek zamanın kalmadığını
öğrenerek bahaneleri kaldırdık. Senden hoşlandığımı kimseye söylemediğim ilk
zamanlarda en yakın arkadaşlarımdan birisi bana seni sordu, taş gibi
hatunmuşsun, sevgilin acaba var mıymış, yoksa hemen sana açılması lazımmış. Ben
de bildiğim kadarıyla yok dedim. Zaman sonra biz sevgili olunca sanki oyuncağını
elinden almışım gibi benimle irtibatı kesmişti. Seni ilk gördüğüm andan
itibaren ne kadar âşık olduğumu nerden bilebilirdi ki? dedim. Bunu anlatırken
saçlarımı dokunuşu iyiden iyiye beni var olduğum andan zamandan ve mekândan
bağımsız diyarlara sürükledi.
Dalıp
gittiğimi, gören bir arkadaşım geldi yanıma ve neden konuşmuyorsun diye sordu,
ben de anlatacak neyim var ki dedim. Anlatılacak ne varsa hepsini, ziyaret
ettiğimde ona bir bir anlatıyorum. Sevdiğim kadın mezarlıkta değil de,
saçlarımı okşadığı yerde yatıyor. Toprağa dokunuyorum, saçlarını tenini
okşuyormuşum gibi hissediyorum. Sonra başımı tam da onun dizlerinin var
olduğunu tahmin ettiğim noktaya koyuyorum, gözlerimi kapatıp saçlarımı
okşayışını hissediyorum. Gözümden bir damla yaş akıyor ve toprağını
nemlendiriyor. Gözyaşım aramızda köprü oluyor, ben de seninle beraber
toprağında altında sessizce ölüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder