RAKI
Meyhanedeki 8 kişilik masanın duvar tarafında olan
sandalyeye yerleştim. Sırtımı sandalyenin arkasına değil de duvardaki ahşap
döşemeye verecek şekilde yan oturdum, sağ kolumu sandalyenin arka tarafına
attığım sırada siyah bıyıklı, bariz şekilde topallayan kısa boylu, hafif çakır
keyif garson geldi. Bir duble rakı, beyaz peynir ve kavun söyledim. Midemin boş
olduğunu biliyordum ve boş mideye sek rakının boğazımdan inişi, midemde
oluşturduğu hafif yanma, gözlerimi sulandırması hayatta en keyif aldığım anlar
olduğu için mezeleri beklemeden duble çizgisinin az üstüne kadar doldurulmuş
rakıdan büyük bir yudum aldım. Tam da az önce tarif ettiklerimi tekrar yaşadım.
Altılı ganyanın son ayağı başlamak üzereyken diğer
televizyonda Trabzonspor deplasmanda yabancı bir takıma karşı ikinci golü
yemişti. Tabi ki her iki ekranda da ses olmadığından dolayı bunu tam da karşı
tarafımda oturan yaşlı amcanın hayıflanmasıyla fark edebildim. Sık beyaz
bıyıklı ve seyrek beyaz saçlı adam, yatay çizgili, kendinden geçmiş krem renkte
polo yaka tişört giymiş ve bunu tişörtünden daha koyu renkte olan pantolonun
içerisine sokmuştu. İnce kahverengi kemeri ve aynı renkteki ayakkabısı özensiz
tişört ve pantolonuna rağmen hala daha uyumdan vazgeçmediğini haykırıyordu
sanki. Golün tekrarını birkaç kez izledikten sonra söylene söylene önündeki at
yarışı bültenine döndü. Gelecekte onun gibi olacağımı düşündüğüm için mi yoksa
gençken onun benim gibi olma ihtimalini düşündüğüm için bilmiyorum bir süre
öylece ona bakakaldım. Tabi o önündeki at yarışı bültenine, ara sıra kafasını
kaldırıp baktığı maça ve az sonra başlayacak olan yarışa o kadar konsantreydi
ki benim ona baktığımın farkında olmasına imkân yoktu. Biraz sonra garson
buzlukta çıktığı belli yeni bir bardakla buz gibi bira servis etti beyaz
bıyıklı adamın önündeki bardağın dibinde bir miktar daha olmasına rağmen. Bardağın
dibindeki birayı hızla yudumlayıp garsona vereceğini düşünürken o istifini hiç
bozmadı. Dibinde biraz bira olan bardağı yavaşça kendine çekti ve ganyan
bültenine döndü tekrar.
Bu sırada salatalık, domates ve maydanozlarla beraber
iki dilim kavun geldi. Porsiyonların büyüklüğünü görünce şaşırdım. Birkaç gün
önce Karaköy’de Haliç’e doğru bakarken de aynı siparişleri vermiştim ama çıplak
bir peynir ve bunun yarısı kadar kavun gelmişti. Meyhaneleri ne kadar çok
sevdiğimi bir kez daha anladım. Peynirden bir parça aldım, kavundan da,
ikisinin de az önce mideme inen rakının yanına inmesini boğazımda hissederken
altılının son ayağının başladığını açılan televizyonun sesinden anladım.
Atlardan birisi baştan neredeyse sona kadar önde götürdüğü yarışı son
metrelerde yarım boydan az bir farkla kaybetti. Pota en az dört at olmasına ve
özellikle son anları kıran kırana geçmesine rağmen hiç heyecanlanmadım. Beyaz
saçlı adam da heyecanlanmadı. Sandalyeye düzgün oturduğumda diğer masada bana
doğru dönük olan, at yarışı bültenin üzerindeki birayı yuvarlayıp patates
cipsini kemiren koca göbeğini olduğundan daha küçük gösteren düz çizgili
kırmızının bilmediğim bir tonu gömlek giyen adam da heyecanlanmadı. Belli ki
her ikisi de yarının yarışlarına çalışıyorlardı. Koca göbekli adam Trabzonspor’un
ikinci golü yediğini yeni fark etmiş olacak ki beyaz saçlı adama “Maç ne zaman
iki oldu” diye sordu. Sağ elinde külü neredeyse dökülmek üzere olan beyaz saçlı
adam hiç acele etmeden uzun uzun bir nefes daha aldı ve sakince külü dökerken “Birkaç
dakika oldu dedi.” Birbirlerine isimleriyle hitap etmeleri de oranın müdavimi
olduklarını gösteriyordu. Birbirlerini tanıyan insanlar, aynı mekandalar ve
farklı masalarda oturuyorlar. Bunu bir yandan garipsedim ancak bir yandan da ne
kadar özendiğimi fark ettim. Ne kadar da bağımsızlardı birbirlerinden, farklı
masalarda oturmak istedikleri için farklı masalarda oturuyorlardı.
En uzak köşede bir masada eski ahbap oldukları
anlaşılan üç adam oturuyordu. 50’lerinin sonlarında olmalıydılar. Masadaki büyük
rakıyı görünce özendim. En son ne zaman büyük rakı içecek kadar insan olmuştu
sofrada hatırlayamadım. Telefonla Altınoluk’taki arkadaşlarına görüntülü
bağlantı yaptılar. Onun eksikliğini hissettiklerini söylediler ve bir noktadan
sonra iş şamataya döndü telefon görüşmesinden önce olduğu gibi. Aralarındaki en
cevval olanı telefonun diğer ucundakine göğüslerin karı göğsü gibi olmuş dedi
ve gülüştüler. Garson yuvarlak, derin olmayan kahverengi güveç içerisinde fokurdayan
bir yemek bıraktı. Garsona da telefonun ucundaki arkadaşlarının “karı
göğüslerini” gösterdiler ve siyah bıyıklı garson hafifçe tebessüm ederek oradan
uzaklaşırken ona el ettim. O güveç kabının içerisinde karides olduğunu
düşünerek önce karides olup olmadığını, olumsuz cevap alınca kalamar olup
olmadığını sordum. Meyhanenin girişinde içeride balık olduğunu ifade eden
ibareler olmasına rağmen “bizde balık ürünleri yok, dilerseniz zeytinyağlı
verelim.” dedi. Ben de bunun üzerine ikinci dubleyi söyledim sadece ve garson
uzaklaştı.
İkinci dubleyi bitirene kadar Trabzonspor iki gol
attı ve maç berabere bitti. Beyaz bıyıklı adam, arka masalarda bir yerde
başkalarına katıldı. Koca göbekli adam sigara böreği söyledi. Uzak masadaki üç
adam güle oynaya büyük rakıyı bitirdiler. Perşembe akşamı olduğundan mıdır
bilinmez hiç yeni müşteri gelmedi. Ezan sesi okunurken TRT’nin müzik kanalından
açılan alaturkan şarkıların sesi kısıldı.
Hafif yumuşamıştım aslında ancak daha fazlasına
ihtiyacım vardı. Bununla beraber biliyordum ki eğer üçüncü dubleye devam
edersem bunun arkasın gelecekti ve ertesi gün işe gidemeyecektim. Topallayan
garsondan hesabı istedim. Hesabın gelmesini beklerken çantamdan cüzdanımı
bulmaya çalıştım. Ararken elime bir şişe çarptı. Çıkardığımda 50’lik Yeni
Rakıydı bu ve kapağının olduğu yere bir not iliştirilmişti; “Her kişinin bir
özlemi, her kişinin bir hayali var. Kimi her şeyi bırakmak ister kimi de yeni
bir yaşam ister. Hayallerimizi ve umutlarımızı gerçekleştirmenin tek yolu da
kendimizi hazır hissetmemizden kaynaklanır. Hayal kurmaksa zamanı kaybettirir.
Zamanı ve umutlarımızı kaybetmemek dileğiyle. Güzel günlere dostum. U.”
Boğazım düğümlendi, ne zamandır beklettiğim bir
damla göz yaşı sabah sinek kaydı tıraş ettiğim yüzümden aşağıya doğru akarken
beni yaktı. Telefonu elime aldım ve ona yazdım; “Rakının açamayacağı kalp
damarı var mıdır?”
Yorumlar
Yorum Gönder