CAN SIKAN UZUN BİR YAZI
Bu sefer
kararlıydım, elime aldığım kişisel gelişim kitabının tamamını okumam
gerekiyordu. Daha önceden başarısız birkaç denemem olmuştu. Okuduğum kitapları
nadiren yarıda bırakmışımdır, maalesef kişisel gelişim kitapları da bunlarda en
önemli yeri tutuyordu. Gerçekten de kendimi geliştirebilmek için başlıyorum
kitaba ama öyle bir nokta geliyordu ki, kitap söylediği bir mesajı tekrarlamaya
devam ediyordu. İşin özeti her şey senin elinde bitere bağlanıyor ya, en fazla
canımı sıkan konulardan bir tanesi de buydu. Okuyan kişi büyük ihtimalle kendinde
bitiremediği için zaten o kitabı okuma ihtiyacı hissetmiştir, kendini
çözümleyemediği bir noktada çözüm sensin demek onu daha da geriye götürmez mi?
Belki de yanlış yerden başlamıştım, yanlış kitapları okumaya çalışmıştım. Her
yazılan doğru ve keyifli olduğunu kim iddia edebilir ki? Tıp ki şu an olduğu
gibi, şu ana kadar belki de sizin için bir anlam ifade etmeyen birkaç cümle
okudunuz. Yalnız tek farkla, bu durumda kısa bir yazı okuyacağınızı
biliyorsunuz ve cümlelerin sahibi de bir arkadaşınız.
Son okumaya
çalıştığım kişisel gelişim kitabı önsöz bölümünden itibaren beni içine çekmeye
başlamıştı. Bunun bir roman gibi okunmaması, kitaba önce hızlıca bir göz
atılması, sonra bölüm bölüm okunmaya çalışılması, her bölümün iki defa
okunması, önemli görülen kısımların altının çizilmesi gerekliliklerinden
bahsediyordu. Bir de kitap çok iddialıydı, eğer bu kurallara uymayacağınızı
düşünüyorsanız kitabı okumaktan vazgeçin şeklinde bir yaklaşım da ortaya
getiriyordu. Kurallara uydum, söylediği gibi yaptım. Peki, sonuç ne oldu
dersiniz? Koca bir hiçten biraz daha iyi sanırım bu kez. En azından kitabı
okuyabildim, hem de birkaç kez. Kendimce önemli gördüğüm cümlelerin altını da
çizmeyi ihmal etmedim.
Koskoca kitabı
tek cümle ile özetlemek yazara ve onca araştırmasına haksızlık edecek biliyorum
ancak şu anki yazının ilerleyebilmesi için de o kitabın feda edilmesi gerekli.
“Geçmiş için üzülmeyi, gelecek için endişelenmeyi bırak”. Kitap bu cümle
üzerinden ilerliyordu. Örnek ve yöntemlerle bu cümleyi hayatımıza nasıl
uygulayabileceğimizi anlatıyordu. Buradan sonrasını ise geçmiş ve gelecek olmak
üzere iki bölümde ele almak istiyorum.
“1.Dünya
Savaş’ının olduğu gerçeğini değiştirebilir misiniz ya da Titanik faciasını
önleyebilir misiniz? Daha da ileriye gidelim kendi bedeninizin büyük buhran
döneminde dünyaya gelmiş olmasını durumu değiştirebilir misiniz?” Böyle iddialı
bir cümleyle başlıyordu kitap geçmiş ile ilgili bölümüne. Uzun uzadıya geçmişi
değiştiremeyeceğimizi, evet, bazı dersler çıkartmamızın gerektiğini ancak
geçmişte yaşanmış kötü veya güzel anıların gölgesi altında şu an ve
geleceğimizi etkilememesi gerektiğinden bahsediyordu. Elde edilen tecrübelerin
göz ardı edilmemesi gerekliliğini de dip not olarak belirtiyordu. Bu mesajlar
çerçevesince pratiklerle de destekleniyordu. Bölümün sonunda madde madde
özet geçilmişti ve sonunda da yine vurucu bir soru ile bölüm tamamlanıyordu;
“Geçmişin ayağında pranga olmasına devam mı edeceksin, yoksa başrolünü
oynadığın hayatından keyif mi alacaksın?”. Bu sorunun akabinde de eğer prangaya
devam edecekseniz kitabı okumayı bırakabilirsiniz şeklinde de bir not vardı.
Kitabın benim
için hiçten biraz daha iyi olmasının nedeni, onun söylediği metotları
uygulamaktan ziyade geçmişin beni üzmemesi için gayrı ihtiyari biçimde
yaptıklarımla da (yani hiçbir şey yapmamak) geçmişin prangasından kurtulabilmiş
olmaktı. Metot farklı olsa da amaç aynıydı kitap da bende de, “geçmişi
değiştiremeyeceğimizi anlamak”. Evet, kitabı o zamanlar okusaydım daha hızlı
biçimde çözülebilirdi belki bu sorun ancak kitapsız da başarılabildiğini görmek
güzel. Benim uyguladığım hiçbir şey yapmama metodunun özü “zamana bırakmak”.
Olayların sıcaklığı içerisinde bunu görebilmek oldukça zor, ancak zamana
bırakmak gerçekten de en önemli çözüm. Zaman bir biçimde hızlı akıtılmalı, film
ilerletilmeli. Bu arada söylediklerimden mekanik bir anlam çıkartılmasın. Aşk
acısı mı çekiyorsun, çekmeye devam et, dost kazığı mı yedin, üzülmeye devam et.
Gayrı ihtiyari biçimde zamanın ilaç olduğunu siz de fark edeceksiniz.
Adilane olmayan
bir biçimde terk edilmiş arkadaşımın ölüm döşeğindeki halini düşünmenin benim
için faydası yoktu. Onun için elimden geleni yapmaya çalışmıştım ve zamana
bırakmıştım geri kalanını. Sırtımda bir çanta, koca şehirde gidecek bir kapının
var olmaması ne kadar da zordu. Sokakta yatmıştım o gece, çaresizliğime
ağlarken uyuya kalmıştım. Şu an o çaresizlik için üzülmemin gereği var mı? Tabi
ki yok. Zaman çare olmuştu her sorunuma, zaman içerisinde azalmıştı da çektiğim
tüm acılar.
Yazı neden bu
kadar uzadı bilmiyorum, demek ki anlatasım varmış. Biraz daha dinleyin hızlıca
toparlamaya çalışacağım.
“2 yıl sonra
gerçekleştireceğin bir yurtdışı seyahatinin şu an için sana bir faydası var mı?
Sevdiğinle evlenmek için yaptığın uzun iş planı seni şu an mutlu ediyor mu?”
Kitabın gelecek ile ilgili kısmı geçmiş bölümüne göre daha sönük sorularla
başlamıştı ki benim asıl çözmem gereken sorun gelecek ile ilgili olan kısımdı.
Geçmişle ilgili söylediklerinden pek de farklı noktalara parmak basmıyordu
kitap. Geçmişi belirli, geleceği ise belirsiz bir derya olarak nitelendiriyordu
kitap ve asıl olanın şu an olduğunu vurguluyordu.
Gelecek ile
ilgili olan kısım ise fazlasıyla can sıkıcıydı benim için zira aradığım
soruların hiçbirinin cevabını bulamadım. Geçmişte bir durum var olup bitmiştir
ve olma ihtimali olan başka bir durum yoktur, gelecek ise belirsizlikler
içerisindedir ve bir yığın olasılık vardır. Evet, bunların ben de farkındaydım
ancak kitabın bana öğretmeye çalıştığı genel geçer metotlar benim işime
yarayabilir cinsten değildi.
Somutlaştırmak
gerekirse, kitabın aşılamaya çalıştığı şu an mutlu olmak mottosunun aksine şu
an beni olabildiğince mutsuz ediyordu. Bazen hastalık hastası oluruz veya
bendeki bu hastalık kimsede yok deriz, hastalığımızla övünürüz ya, benim
hastalığım öyle bir hastalık değildi. Çok sıradan düz bir hastalık “aşk”. O an
mutlu olamıyor olmamın nedeni tamamen gelecekte saklıydı ancak kitap “kızları
tavlama sanatı” konsepti altında ilerlemiyordu. O an mutsuz olmam geleceği de
tetikliyordu, gelecek kaygısı duymamda o an daha fazla mutsuz olmama neden
oluyordu.
Hala çok somut
olmadı farkındayım, daha da açmaya çalışayım dolandırmadan. Aşıktım, ona
dokunamamak, tokuşturacak onun kadehi olmayınca, yalnızlığa kadeh kaldırmak, dizlerine
yatıp uyuyamamak, en basitinden ona sevdiğimi söyleyememek beni mutsuz
ediyordu. Benden ziyade kitap olaylara çok mekanik yaklaşıyordu, “seviyorsan
git konuş” kitap için bu kadar basitti. Ancak benim için o kadar kolay değildi.
Durumun karmaşası içerisine girip sizi daha da fazla boğmak istemiyorum. O an
mutsuz olmamın kaynağı onsuz olmaktı, bu gelecekte de onsuz olacağım anlamına
geliyordu. Gelecekte de onsuz olmak düşüncesi beni mahvediyordu.
Sorunu bir sihirli değnekle
aniden ve tamamen çözmesini beklemiyordum ancak bir ışık bekliyordum önümü
gösterebilecek, olmadı. Bu kitap da işe
yaramamıştı sensiz yaşama alışabilmeme, o an mutlu olabilmeme.
-di’li geçmiş
zamanda yazıldı bu satırlar, hani olurda bir gün seni sevdiğimi söyleyebilirsem
eğer, bak neler düşünmüştüm diyebilmek, geçmişe dönüp gülümseyebilmek için.
Yorumlar
Yorum Gönder