ÇAY ve HAYAL
İnce belli çay bardakları var yani hani, bugün ona
4 şeker attım. Eskiden de böyle yapardım hatırlar mısın? İçkim yok, sigaram
yok, karıya kıza düşkünlüğüm yok, bir kötü alışkanlığım bu olsun, bir keyfim bu
var deyip çaydan ziyade şerbete benzeyen sıvıyı içerdim. Önemli olan çay içmek
mi yoksa keyif veren bir sıvı içmek mi?
Bugün aklıma geldin yine. Göğün, kendisiyle
özdeşleşmiş mandalina rengine döndüğü bir akşam Bodrum Kalesi’nin kenarından
sahil boyunca bana yürüyüşünü anımsadım. Hafif rüzgâr, ruhun ve ruhum gibi
savrulmaya çok meraklı dalgalı saçlarını nasıl da uçuşturuyordu. Yüzünde
toparlanıyordu bazen saçların, sen de, sağ elime tam oturan sol elinle
saçlarını arka tarafa götürmeye çalışıyordun. Gayri ihtiyarı sol kaşının
şakağına yakın kısmına hafifçe dokunduruyordun. Dudaklarım oraya ilk defa
dokunduğunda, ağladığını anımsıyor musun? Hatırlıyor ve oraya her dokunduğunda
o ilk günkü heyecanı yaşıyordun sen de, kim bilir?
Bir yandan saçlarınla boğuşurken, ne olur ne olmaz
diye diğer yandan elbisenin eteklerini tutmaya çalışıyordun. Simsiyah saçların,
kararmaya yüz tutmuş turuncu gökyüzü, denizin mavi ışıltısı içerisinde, gelin
edasıyla giydiğin, üzerinde ufak tefek turuncu detaylar olan ancak uzaktan çok
da dikkat çekmeyen bembeyaz elbise ve yuvarlak, sağ kaşının üzerinde belli
belirsiz beninle beraber, kimi Yunan Tanrıçalarındaki gibi hafif kalkık burnun,
griye dönen gözlerin, rimel sürmemene rağmen her daim ok gibi duran uzun
kirpiklerin, kar beyazı yüzünün üzerinde tek renk giyinmiş binlerce insan
içerisinde aykırı renkli bir kıyafet giymiş asi birisi gibi dikkati çekiyordu.
Bana doğru attığın her adım, rahmetli dedemin
örsün üzerinde demiri döverken, her çekiç darbesiyle titreyen dedem gibi
titretiyordu. Demirin üzerindeki sıcaklık azaldıkça demir esnekliğini
kaybediyordu, dedem de şekillendirmek için daha büyük bir hırsla sertçe
dövüyordu ve daha çok titriyordu. Senin bana doğru attığın her adım da vücudumu
çok daha şiddetle titretiyordu. Her bir adımında anlık sen de titriyordun gözüme,
git gide daha çok titriyordun, daha çok ve daha çok. Turuncu gökyüzü, titreyen
seni gözümün önünde yavaşça aldı götürdü. Sen de artık kararmaya yüz tutmuş
gecenin içerisinde turuncunun içinde, belki de bir mandalinanın dibinde
kayboldun gittin.
Sonra ablam geldi yanıma, hayalet görmüş gibi
patlamış gözlerimi görünce o da korkuya kapıldı. Dalgalı saçlı sevgilim nereye
kayboldu diye sordum. Sen dalgalı saçlı kızları sevmezsin ki dedi. Hayal
kırıklığı ile önüme eğildim, çayım tükenmişti. Bana 4 şekerli bir çay söyler
misin dedim, sen şekerin tadını bilmezsin ki dedi.
Yorumlar
Yorum Gönder