"NEDENSİZ"


O an isteyebileceğim son şeydi parmaklarıma zarar vermek. Uzun zaman sonra her ne kadar bazıları eksik olsa da dostlarımla bir araya gelmenin bana verdiği mutluluk defalarca iş görüşmesine girip çıktıktan, tüm ümidini kaybettikten sonra hiç beklemediği bir firmadan, hayal edebileceğinden çok daha fazlasıyla işe başlayan yeni mezun bir “işletme”cinin mutluluğuna eşdeğerdi. Çünkü dostlarım, sadece sesimi duyarak, kilometrelerce öteden hangi ruh halinde olduğumu bilebilirlerdi. Çünkü dostlarım, saatle, dünyayla, yaşamakla işim olmadığı zamanlarda bana hayatın anlamını, yaşama amacını anlatırlardı. Çünkü dostlarım, karşılık beklemeden, kendilerini doğrudan bana vererek beni dinlerlerdi. Bir yığın çünküm var onlara tutkuyla bağlanmam için. 

Yemek yapmayı oldum olası severim ancak buluşmanın ana yemeği mangal, mangalı ateşleyen de usta dostlarım olduğu için mutfakta salatayla uğraştım ben de. Başlarken birisi sordu “Çoban salata mı yapacaksın?” diye. Yemek yapmayı sevdiğimi söylememe rağmen salata türleri ve içerikleri hakkında pek bilgim yoktu. Bilgece bir edayla “Adını boşver, tadına bakarsın.” şeklinde cevap verdim. Çeşitli yeşilliklerin olduğu bir paket vardı, hazır olarak marketten alınmış. Üzerindeki poşette yıkanması gerektiği yazıyordu, itinayla yıkadım. Sonrasında salatalıkların kabuklarını soyarak küçük küçük doğradım. Minik domateslerin kabuklarını soymaya çalıştım ancak o kadar küçüktüler ki, kabuklarını soymaya çalışırken ellerimde parçalanıyordu ben de soymadan küçük domatesleri dörde bölerek salatanın içine attım. Minik turplar vardı, uçlarındaki yeşil kısımları elimle söktükten sonra kabuklarını soydum ve onları da uygun biçimde salatanın içerisine koydum. Tezgahı çok dağıtmamıştım ancak yine de ufaktan bir temizlik yaptım. Salata hazırdı, limon, yağ ve tuzu ilave etmek için etlerin pişmesini bekliyordum.  

Evden dışarıya, mangalcıların yanına çıkarken, Türk ortalamasının çok üzerinde boyu olan, gözlerinin hafif çekikliğinden Tatar’ları andıran, son zamanlarda aldığı kilolarla dolan yanak ve çenelerinden kısadan uzuna doğru giden sakallarıyla “tüysüz” topluluklar için fenomen olabilecek, kocaman elleriyle ortalama güce sahip, örneğin bacanağını bir tokatla yere serebilecek arkadaşım varilde yakılmak üzere odun toplamaya gidiyordu. Ardından seslendim ve yetiştim ona. İnsanı sağır edebilecek kadar sessiz ormandaki tek gürültü, erimeye yüz tutmuş karların üzerine basarken çıkarttığımız sesti. “Gel dostum sarılayım sana” dedi. Nedensiz sarılmak istemesinin, nedensiz asık yüzümde oluşturduğu tebessümü o an görebilmenizi isterdim, ben bile yüzümde açan mutluluk güllerinin farkındaydım. Koca bedeniyle, bir baba edasıyla sarıldı bana. Gözlerimden akan yaşlar, sakalıma doğru indi ve sakalımın köklerine giderek kayboldu. Kollarımızı birbirimizden ayırırken ona çaktırmamaya çalışarak gözümden sakallarıma akan suların oluşturduğu dere yatağını sildim. 

Gerçekten de “nedensiz” bir şey mümkün müydü? Nedensiz ağlamak, nedensiz gülmek, nedensiz susmak, nedensiz su içmek, nedensiz aşık olmak, nedensiz uyumak, nedensiz sohbet etmek, nedensiz sinemaya gitmek, nedensiz hayat kadınıyla beraber olmak, nedensiz kavga etmek, nedensiz televizyon izlemek, nedensiz dedikodu yapmak, nedensiz arkadaşına küsmek, nedensiz adım atmak, nedensiz para harcamak, nedensiz böbürlenmek, nedensiz kusmak, nedensiz dua etmek, nedensiz küfür etmek, nedensiz ölmek istemek, nedensiz ölmek…  

Büyüdüğü topraklardan olsa gerek doğa aşığıydı babam. Ağaçların yeşili ve denizin mavisi içinde geçen çocukluk ve ergenlikten sonra farklı bir şey beklenmesi garip olurdu zaten. Çalışırken sık sık balığa çıkar, ara sıra ava gider, yazları ise hafta sonları mutlaka denize kaçardı. İki tane büyük hayali vardı, birisi köyde, kendi topraklarının üzerinde bir ev sahibi olmak, diğeri de ufak bir tekneye sahip olup aklına estiğinde denize açılmak. Köye gittiği zaman kalacak yeri, yerimiz vardı elbette ancak insanın kendi evi gibisi olabilir miydi? Denize açılabilecek arkadaşının teknesi vardı ancak kafası estiği zaman kullanamazdı ki. Mutlaka çok konuşan sahibi de gelirdi ve stresini misinayla beraber denize bırakacağına arkadaşının sözleriyle dolardı kafası.  

Emekli olduğunda aldığı para ise bu hayallerine gerçekleştirmeye yetmedi. Haylaz kızı ve üniversiteyi bir türlü bitiremeyen oğlu (bu ben oluyorum maalesef) para istedikçe istiyordu. Eline geçen kuş kadar para da onlar için gidince hayallerini ertelemek zorunda kaldı ki bundan sonra gerçekleştiremeyecek olduğunun farkında olarak yüzünün düştüğü bir gün “Merak etme baba, sen bana yıllarca baktın, hele şu okulu bir bitirebileyim, hayallerini birlikte gerçekleştireceğiz.” dedim. Gerçekten de bunu istiyordum zira babamın hayallerini gerçekleştiremeyecek olduğunu hissettiği zaman dilimindeki yüz hali gözümün önüne geldiği her an beni de bir hüzün kaplıyor ve az önce kapıdan dışarı çıkıp mangal başında boyu babamdan az uzun, babamınkine benzer bıyıklara sahip olan arkadaşımı görünce babamla gerçekleştiremeyeceğimiz hayaller, “nedensiz” dediğim ruh haline bürünmeme neden oluyor. Babamın istediği, tam olarak o hafta sonu kaldığımız bungalov ev tarzındaydı. Ufak tefek ama salonuyla yatak odasının ayrı olduğu, salonun ortasında, üzerinde kestane, yan tarafındaki gözünde ekmek pişirebilecek bir soba, bir masanın rahatça sığabileceği, yeterince geniş bir mutfak. Bizim evimizin de mangal ustası babamdı, ben de hiç ellemezdim zira ateşle uğraşmaktan çok keyif alırdı. Ben de içeride anneme salata ve diğer hazırlıkların yapılmasında yardımcı olurdum. Arkadaşımın “nedensiz” olmayan sarılması, etrafa yaydığım enerjiden hüzünlenmiş olduğumun anlaşılması gerçeğinden başka bir şey değildi. 

Eve döndüğümüze ustalar etleri hazırlamışlardı, salatayı kapıp yanlarına gitmenin zamanı gelmişti. İçerdi girdim, salataya limon, yağ ve tuzu ilave ettim. Tuzu yerine koyarken, tezgâhın üzerinde çöp poşetinin yan tarafına gizlenmiş mısır konservesini gördüm, salataya ne de güzel renk verirdi… Konserve kutusunu açmaya çalışırken sol elimin yüzük parmağının en üst boğumu kutunun kapağıyla gövde arasına sıkıştı. Parmağımı oradan çıkarttığımda bir parça et sallanıyordu ve oluk oluk kan akıyordu. Peçeteyle sararak sıktım ama olmadı, kan durmuyordu. Bir tane yara bandı sardım arkadaşımın yardımıyla, kısa süre içerisinde kıpkırmızı oldu. Yara bandını değiştirmemiz gerekliydi, bandı parmağımdan çekerken et de bantla beraber geliyordu. Bandı tekrar olduğu yere yapıştırdım ve üzerine sıkıca yeni bir bant daha taktım. Sıkıca sarılmış çift kat yara bandı zar zor durdurdu kanamayı ancak parmağımın acısı uzun süre dinmedi. 

Babamın gittiği günden beri yanan ruhumun acısı ise hiç dinmedi.

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

MUTLULUĞU ARAMA HAKKI

KOCA GÖBEKLİ ADAM