DİLSİZ
Can nefessizse
Ruh dilsizse
Beni yine de duyabilir misin?
…
Erkek olana
kadar deneyecekti annem ve babam, tarlaya onlardan sonra sahip çıkacak, soy isimlerini
devam ettirecek, eve “gelin” getirecek birisine ihtiyaçları vardı. 7 tane kız
çocuktan sonra maalesef dünyaya ben gelmiştim. Benden sonra tövbe ettiler ve
erkek için uğraşmadılar. Belki de onların ümidini kıran olduğum içindir benden
bu kadar nefret etmeleri, en yorucu ve pis işleri bana yaptırmaları. İşte o pis
ve yorucu bir çalışma günü tarlada yanlışlıkla ayak bileğimi kesmiştim. Kan
görmeye dayanamayan ben oracıkta yığılmıştım yere.
Benden iki numara
büyük olan anneme seslendi, “koşuuun bu bileğini kesmiş, kanıyor”. Hadi annemle
babamı anlamıştım, benden nefret ediyorlardı da ablalarımı anlayamıyordum. Kendimi
bilmeye başladığımdan beri hepsi hızla evlenip birer birer kaçıyorlardı
yuvadan. Nefretlerini kazanmak için ne yapmıştım ki. Büyük ihtimalle evdeki “kadın”
laneti huzursuzluğu arttırmış ben de üstüne tuz biber olmuştum. “Bu” sıfatını hak
edecek ne yaptım ben, bir ismim yok muydu benim? Öğretmenimiz daha geçen gün
birisini “bu” diye işaret etmek kabalıktır demişti. Yarı baygın konuşmalarını
işitebiliyordum, annem olduğunu düşündüğüm kadın “kesin bilerek yapmıştır
çalışmamak için” dedi, babam olduğunu düşündüğüm adam “sarın şunun bileğini,
kan kaybından gidip de başımıza bela olmasın” dedi, ablalarımdan biri olduğunu
düşündüğüm bir kadın “kendi çemberimi feda edemem, şunun başındakini alayım”
dedi.
Ne kadar zaman
sonra olduğunu bilmediğim bir zaman sonra doktor olduğunu düşündüğüm adam “neden
bu kadar geç getirdiniz, kemiği görünüyor kızın” dedi, babam olduğunu
düşündüğüm adam “hemen getirdik valla doktor bey” dedi, sonra ayak sesleri
duyuldu, sonra aynı adam “açı açına mı gelseydik hastaneye, yemek yedik tabi
getirmeden önce” dedi. Böyle oldu her dokunduğumda aslında yaşamadığımı
anımsatan yara.
Bileğimdeki
bandaj çıktıktan sonra evden kaçtım, kimliğimi yırttım, bir kurumun kapısında
yattım, kim olduğumu, ne olduğumu anlamasınlar diye dilsiz taklidi yaptım,
sorulanlara cevap vermedim. Öylece büyüdüm, konuşmadım, hıçkırıklara boğularak
ağlamalarım hariç sesim çıkmadı.
Yıllar sonra ilk
defa bugün kendimden şüphe ettim. Kendimi hiç doğmamış, bu hayatta hiç nefes
almamış gibi hissederken, gerçekten de yaşıyor olabilir miyim diye bir soru
düştü yüreğime onu görünce. Tabi ki yaşamıyordum, bunu anlamak için tarlada
tırpanla çalışırken yaraladığım sol ayak bileğime dokunmam yetti. Eğer
dokunmasaydım bana umutla bakan gözlerine, bileğimdeki yaranın neden olduğunu
soran yumuşacık sözlerine kanıp gidecektim. Ailem beni bu hayat ölü getirmişken
o, benim üzerime sadece toprak atabilirdi, daha fazlası değil.
Canım nefessiz,
ruhum dilsiz, beni yine de duyabilir misin?
Verebilir misin
bu solmuş çiçeğe bir damla su?
Yorumlar
Yorum Gönder