YAZMAK
“Ona yaz, kâğıda değil.”
Bu cümle daha birkaç gün önce, bloğumun sıkı bir
takipçisinin yorumu ile de örtüşüyordu. Ne demişti, hayatın ta kendisini
anlatan, her insanın içindeki pişmanlıklarını, konfor alanını kolay kolay
kıramamasını, elinde sigara, içmeyin bu mereti derken bir yandan da sigarayı
tüttüren ilkokul öğretmeni edasıyla başkalarına akıl vermenin, eleştiride
bulunmanın insanlar için ne kadar kolay olduğunu anlatan yazıya istinaden,
makine yüksek mühendisi, biz senle iş değil de hayattan, bloğundan, günün
rutininden farklı konular konuşalım diyen, her sabah ben kahvaltı yaparken
tatlı gülümsemesiyle beni de mutlu eden, yazılarımı okuduktan sonra benim
gönlümü kırmamak için hoş yorumlar yapmaya çalışan arkadaşım, “Bu yazı en çok
hoşuma giden yazındı. Benimle alakalı değil, bunu okuyan herkes aynı kanıya
varır zira herkesi yakalayan bir havası var bu yazının…” Daha da uzun süren
yorumunun alt metninde, yazılarda genel olarak işlediğim “aşk”ın gerçek hayatta
bir karşılığı olmadığı, bunlardan sıkıldığı gizliydi. Evet, ben de bazen bundan
bunalabiliyordum, ancak edebi olarak hiçbir kaydı taşımadığım bu parçalarda
içimden ne yazmak geliyorsa onu yazıyordum. Yalan söylüyorum, bu tam bir
korkaklık.
Sohbetinden çok fazla keyif aldığım, hani bazen
dersiniz ya, sabaha kadar anlatsa da dinlesem veya beni sabaha kadar hiç
konuşmadan dinler, veyahut beni, bana çok güzel anlatır, öyle bir insandı işte
bana girişteki o cümleyi kuran. Hiç aklımda yokken, “Neyin var, hasta gibi
görünüyorsun?” diye sorduktan sonra önce bir bahane uydurmak geçti içimden ve
aslında hafta sonu çok yorulduğumu, bu gece çok az uyuyabildiğimi söylemem
gerekirken dilimden karın ağrımın nedeni ortaya çıkıverdi. Ona uzun uzun
anlattım, içimden geçenleri, midemin tam orta yerinde hissettiğim yumruğu,
çaresizlik içerisinde öylece kıvrandığımı, ayrılık acısını şu an içimde
bulundum duruma tercih edeceğimi, ayrılığın bile bir sonuç olduğunu, hayatımda
ilk kez birisine hoşlandığımı söylediğimde karşımdakinin bu duruma kayıtsız
kalışını, yine aynı durumda kalmaktan korktuğumu, öğrenilmiş çaresizliğin
canımı fazlasıyla sıktığını…
Onca insanın içerisinde, onların anlamayacağı bir
dilde konuşuyorduk onlardan izole bir biçimde. Dışarıda nazlı yağan yağmura
eşlik eden sert rüzgâr, kara bulutların ardında üşengeçlik pençesinde kıvranan
ve bize sıcak yüzü göstermeyen güneş, pencerelerden dışarısı görülmeyecek
biçimde ayrıştırıyordu klimalarla ısıtılmış sıcak ortamı. Bu katmandı belki de
tam olarak o an konuşan, aralarında 1 kuşak bile olmayan farklı iki yaştaki
insanın diğerlerinden ayrılarak konuşmalarını sağlayan.
“Bugün evine arabayla gideceksin değil mi?” diye
sordu karşımdaki oturduğu yerden, vücudunu tam olarak çevirmeden, kafasını
hafif sağa eğip kaşlarını kaldırıp pencereye işaret eder biçimde. Başımı
sallayarak onu onayladım. Sonra avuç içleri yukarıda, dirseklerini hafif açılı
biçimde kendine doğru çekerek iki elini yana açtı. Sakallarından görünmeyen
yanakları, kulaklarını kapatacak uzunluktaki saçları, sakal ve saçlarıyla tezat
oluşturacak biçimde, birazda hastalıklı görünmesine neden olan seyrek kaşları,
başkasının suratında olsa eğreti durabilecek ancak kendi suratında sanki altın
oranı sağlarcasına uzanan, geniş delikli, hafif kemerli burnu, çerçeveli
gözlüklerinin ve bir erkeğe göre oldukça uzun sayılabilecek kirpiklerinin
arkasına gizlenmiş, koyu kahverengi gözleri bir bütün olarak yana açılan elleri
ile aynı zamanda orta genişlikteki omuzlarının arasına gizlendi. Hemen hemen
aynı kalınlıktaki üst dudağını alt dudağının iç kısmına koyarak bana istediği
mesajı konuşmadan iletti: “Biraz sonra eve doğru giderken ki sürüşün ya son
yolculuğun olursa?”
Haklısınız dercesine başımı sallayarak onu
onayladım. Bu kadar beden diliyle konuştuktan sonra bana nasihat vermeye
başladı. Yanlış anlamayın sakın, nasihat almak güzeldir, anın içerisinde
kaybolmuşken, resmin tamamını göremezken birisinin size ayna tutması, bakış
açınızı genişletmesi olumlu bir yaklaşımdır. “O zaman anlaştığımıza göre en
kısa vakitte onunla konuş. Ne kaybedebilirsin ki? En kötü ne olabilir? En fazla
seni istemediğini söyler ve daha da uzatmadan hayatının geri kalanına bakarsın.
Eğer bugün değil de yarın konuşursan ve seninle beraber olmaktan mutluluk
duyacağını söylerse sana, kaybettiğin bugün için kendini pişman hissetmez misin?
Hiç durma şimdi yaz ama ona yaz kâğıda değil.” Konuşmaya devam ederken yüzüm
ona dönük yavaş yavaş geriye doğru adımlar atmaya başladım. Birbirimizi
görebileceğimiz son noktada, “Söylediklerinizde çok haklısınız ancak –ona yaz kâğıda
değil- başlı başına bir yazı yazmak için yeterli. Evime gittiğimde eğer hala
tek parça kalırsam buna dair bir yazı yazacağım” dedim ve üzerine söz
söylemesine imkân vermeden oradan ayrıldım.
Ondan sonra eve geldim.
Ona değil, kâğıda yazdım.
Yorumlar
Yorum Gönder