KİMİ KANDIRIYORUM?
Daha çok gürültüye maruz kalmanın bu
kadar pahalıya mal olacağını hiç tahmin edemezdim. Normalde 2 liraya su
bardağında içtiğim çaya eşlik eden sessizlik, bu sessizliği ara sıra kesintiye
uğratmakla beraber hiç de eğreti durmayan yan masadaki dedelerin eski günleri yâd
eden mırıldanmaları, serin bir sonbahar günü yüreğinizin derinliklerine, en
ince damarlarınıza kadar hissedebileceğiniz, yanık bir türkü söyler gibi ezanı
okuyan imamın namaza çağrısı, av mevsiminin gelmesine üzülen, rakiplerinin
arttığını bilen martıların fütursuzca bağırışları, bebek arabasında hayatının
en güzel günlerini geçiren, ekmek elden su gölden yaşayan ancak bunun farkında
olmayan bebeklikten çocukluğuna geçmeye çalışan bireyin ağlaması, sevgilisiyle
kavga ettikten sonra ayrılığın eşiğine gelen ve çaresizlikten kimden nasıl
yardım isteyeceğini bilemeyen delikanlının dökülmemesi gerekirken önünde artık
duramadığını gözyaşlarının yere dökülürken çıkardığı hüzün dalgasının sesleri, memeleri
neredeyse bir kadın memesi kadar olan delikanlının koşarak bunu
giderebileceğini düşünerek çıktığı bir koşu esnasında çıkardığı zorlanma
sesleri… Bunların hepsi bana o kadar doğal ve normal geliyordu ki, hayatın bir
parçası, hatta ta kendisiydi bunlar.
Zihnimize nasıl kodlanmış olabilir acaba
para ile doğru orantılı olarak erişebileceklerimizin faydalarının daha fazla
olacağı? Normalin 5 katı para vererek içtiğim çaya gürültü eşlik etti. Bu kadar
gürültünün içerisinden bir ses nedense kulağımda hep daha fazla yer edindi.
Önceleri çok önemsemediğim sıradan bir sesti ancak o kadar rutin aynı cümleleri
kuruyordu ki sonunda tam olarak ne söylediğini çözdüm; “Selam dostum naber yaa?
Baya oldu görüşmeyeli, plan yapmaya çalıştıkça bir türlü başarılı olamıyoruz
hadi gel bu akşam buluşalım, spontane olsun, ne dersin?” Bu cümleleri birkaç
defa kurdu, büyük ihtimalle aynı cevapları almış olacak ki her seferinde o da
aynı şekilde yanıtlamayı sürdürdü; “Olsun dostum yaa, bir sonraki sefere artık,
görüşürüz.” Ve her seferinde telefonu kapattıktan sonra “ona” karşı görevini
yerine getirmiş olmanın verdiği “kozlar benim elime geçti, ben buluşalım istedim
o müsait değilmiş, sıra onda” hissiyatıyla beraber kısa bir süre sonra gelen
çöküntüde ona doğru ara sıra gönderdiğim bakışlarımda açıkça seziliyordu.
Telefonum çaldı, onca gürültü arasında
konuşmaya, daha doğrusu biraz önce kavga ettiği arkadaşıyla aralarında geçen
diaolgu anlatan sevdiğim bir dostumun anlattıklarını dinlemeye çalıştım. Onu
olabildiğince sakinleştirdikten kısa bir süre telefonum tekrar çaldı. Az önce
arkadaşımın dert yandığı kişinin ismi yazıyordu, o da benim yakın arkadaşımdı.
Bu sefer o dert yanmaya, az önce bana dert yanan arkadaşımın ona yaptıklarını
anlatmaya çabalıyordu ve o gürültüde tüm can kulağımla onu dinledim.
Duygulardan arındırılmış olarak baktığında ikisi var olan tek gerçeklikten
bahsediyor olmalıydılar. Aynı olaydan bahsediyorlardı ancak birisinin bariz bir
şekilde yalan söylediği aşikârdı. Sonuç olarak iki arkadaşımdan birisi
yalancıydı. Bu yarı yarıya olasılıktı ve bundan sonra insanlarla konuşurken,
sırrımı paylaşırken veya onları dinlerken daha dikkatli olmalıydım. İşin kötü
tarafı hep yarının kötü tarafı bana denk gelirse? Böyle bir imkân mümkün müydü?
Cevap çok basit, tabi ki evet.
Zihnim olasılıklar içerisinde kıvranırken
midemin bulandığını, kafamın karıncalandığını, gözlerimin karardığını
hissettim. Bir an önce oradan çıkıp temiz hava alıp bir arkadaşımla sohbet
etmeliydim. Telefonu elime aldım ve listeden birisini buldum: ““Selam dostum
naber yaa? Baya oldu görüşmeyeli, plan yapmaya çalıştıkça bir türlü başarılı
olamıyoruz hadi gel bu akşam buluşalım, spontane olsun, ne dersin?”.
Bu cümleyi kaç defa kurdum
hatırlamıyorum…
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilİnsanın kanatları ruhudur...O kadar ağır ki bedenin... Uçamıyorsun...
YanıtlaSil