SON KALE
Bugün, son kalem olan yürüyüşe
sarıldım. Zihnimde taşıdığım gereksiz yükleri atabilmenin en kolay yönteminin
bu sefer işe yaramayacağını, sokağa ilk adım attığım andan itibaren anladım. Kararlı
olmaya çalışan bir kaç adım daha attım. “Ayakkabılarını sürterek yürüme
evladım, daha yeni aldık, hemencecik eskiteceksin.” diyen annemin sesini, “Dik
yürü biraz, genç yaşında kambur olacaksın.” diye ikaz eden babamın sesini duyar
gibi oldum zira kararlı olmak istesem de sabahın köründe zorla okula gönderilen
bir ergen gibi ayaklarımı sürterek, sokaklarda artık göremediğimiz yoğurt
satıcılarının sırığını sanki omuzlarımda taşıyormuş gibi kambur yürüyordum. Enerjik
bir parçanın adımlarımı hızlandırabileceğini düşünerek ceplerimde
kulaklıklarımı aradım, bulamayınca eve dönmeyi düşündüm ama adım kadar emindim
ki eve gidersem tekrar dışarı çıkmazdım. Kendimi yürümeye zorlamaya devam
ettim. Her seferinde kurumuş kuş pisliklerini gördüğüm, bunlar acaba günün
hangi saatinde ağaca konuyorlar da burayı pisletiyorlar, sonra da kuruyor diye
düşündüğüm alandan geçerken sağ kulağımda bir ıslaklık hissettim. Piyango bileti
almam gerekli miydi bilmiyorum ama kuş pislemişti. Kulağıma dokunduğumda
kulaklığımın da kulağımda olduğunu fark ettim. Az kalsın bunun için eve
dönecektim. Bir kuş pisliği hatırlattı bunu bana.
Denize girmek çok keyif vermese de onun
varlığını yakınlarımda hissetmek huzur veriyordu. Yürüme eylemini deniz
kenarında yapmak ise kaymaklı ekmek kadayıfı oluyordu bu durumda. Geçenlerde
bir akşam işten döndükten sonra ne yesem diye düşündüm. Günlerdir dizide görüp
canımın çektiği sucuklu yumurta yiyebilirdim, bunun için alışveriş yapmam
gerekliydi. Hemen hemen her öğle yemeğinde yediğim bol yağlı, tatsız tutsuz
pirinç pilavını faslından sonra canım gerçekten çok kaliteli bir pilav
çekiyordu ve bunun için akşam pilav yemeye Unkapanı Pilavcısına gidebilirdim
ancak bunun için de git gel belirli bir mesafe yapmam gerekirdi. Oturup herhangi
bir yerde kebap yiyebilirdim, bu ise hem
süre (sanki süre kazandığım zaman bunu kaliteli bir biçimde harcayabilecektim)
hem de para kaybıydı. Yemek yeme amacım neydi, hayatta kalabilmek için gerekli
enerjiyi alabilmek. Bunun için ne canımın çektiklerine ihtiyacım vardı, ne emek
harcamam gerektirecek ne de fazla para harcatacak birisine. Buradan hareketle
yolumun üzerinde büfeden ekmek arası patates aldım. Benim için kaymaklı ekmek
kadayıfı gibi görünen deniz kenarında yürüme eylemi de ekmek arası patatese
dönüşmüştü böylece. Yürümenin yalnızca beni bir yere götürmeye yaraması
gerektiğini düşündüm. Zihnimdeki çürümüş düşünceleri benden götüremediğine göre
yürümenin de bir manası yoktu artık, eve dönmeye karar verdim.
Toz kümeleri içerisinde bulunan
odama girdiğimde, kül ve alkolün bir araya geldiğinde, temiz havadan o
atmosfere girdiğiniz zaman hissedebileceğiniz pis kokusu burnumun direklerini
sızlattı, ta ki kısa süre içerisinde ben de o atmosferin bir parçası olana
kadar. Yıllar önce bu eve taşındığımda aldığım, bir gün mutlaka zamanı
geldiğimde yakacağım dediğim ancak o zamanı bir türlü bulamadığım mumları
yaktım. Ben başka bir biçimde yakmayı dilerdim ama mumlar benim yalnızlığıma
eşlik etmek istediler, ben de kıramadım. Mumlara bakarak sessizce konuştum ben
de. Ne kadar çok konuşasım varmış benim de, anlattım ona içimdekileri, kimsenin
dinlemediklerini, dinleyip de anlam veremediklerini. Ben hararetli anlattıkça
daha da harlandı mumlar, sakinleştikçe onlar da ayak uydurdular bana,
yavaşladılar.
Saatlerce konuştum kimseyle
konuşmadığım gibi. Sonra ben sustum, mum söndü. O akşamdan aklımdan geriye
ertesi sabah işe gitmek için uyanmak zorunda olduğumdan başka bir şey kalmadı.
Yorumlar
Yorum Gönder