BENİM BURADA NE İŞİM VAR?
Benim burada ne işim var?
Sandalye üzerinde boyun bağıyla beraber kurbanlık koç gibi oturuyorum koca
odanın ortasında. Karşımda birkaç kişi oturuyor, onlardan kimisini daha önce
bir kere görmüştüm, kimisini ise daha önce hiç görmemiştim bile. Bakışlarımı kaçırıyorum,
onlarla göz göze gelmemeye çalışıyorum ancak hepsinin gözlerinin benim üzerinde
olduğunun da farkındayım. Yalnızca onların mı, kafamı ne tarafa çevirirsem
çevireyim bana dikilen gözler. Halıya bakıyorum, desenlerle oyun oynuyorum
kendimce. Halının üzerindeki desen çok hoşuma gidiyor, keşke çocuk olsaydım
diyorum, otobüsümü gezdireceğim yollar hazır çizili, birkaç durak bile
belirliyorum kendi kendime, ortalarda bir yere de büyük bir otogar yapmalı,
orayı da mandallarla hallederim artık. Etrafta mandal arıyor gözlerim, sonra
kader birliği yaptığım kardeşlerimden bir tanesi gözleriyle ellerimi öyle
bağlamamam gerektiğini işaret ediyor. O ana dönüyorum tekrardan. Boyun bağı
sıkıyor git gide, odadaki kalabalık artıyor, kimilerinin ceketlerini çıkardıklarını,
gömleklerinin kollarını sıyırdıklarını görebiliyorum.
Aynı soruyu tekrarlıyorum, benim
burada ne işim var? Bu sorunun içerisinde boğulmanın ne yeri ne de zamanı
şimdi. Bu odaya girmeden önce aptalca bir umursamazlık vardı üzerimde,
arkadaşlarımın şakalarına her zamanki gibi misliyle karşılık veriyordum. Odaya
girdiğim andan itibaren ise havamın tamamen değiştiğinin farkındayım. Az önce
arkadaşım uyarmıştı gözleriyle beni ellerimi bağlamamam konusunda, peki
dizlerimin üzerine koysam olur muydu? Bilemedim. Ellerimi tekrar birleştirdim,
sonra tekrar çözdüm, saate baktım, ellerimi bağladım, gözlerimi halıda
gezdirdim, hayali otobüsümle biraz oynadım, ellerimi tekrar çözdüm ve
dizlerimin üzerine koydum, etrafıma baktım, sonra saatime tekrar göz attım, az
öncekinden yalnızca bir kademe ileri gitmişti yelkovan. Bir an kaşlarımı
çattım, düşündüm, çok daha fazla geçmiş olmalıydı, saatin bozuk olabileceğini
düşündüm, duvar saati aradı gözlerim, buldum, hayır, hata yoktu daha yeni
takmaya başladığım hediye kol saatimde. Zaman durmuştu, bana ne olmuştu?
Burada ne işim var sorusunu
sormamak ve cevabı üzerinde düşünmemek istiyorum. Etraftaki ölüm sessizliğini
dağıtan kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum içimden. Yelkovanın beni
aldatmadığına inandığım için rahatlıkla söyleyebilirim ki, az önce yelkovanın 5
defa hareketiyle öncesi ve sonrası arasında dağlar kadar fark var. Kahkahalar
havalarda uçuşuyor, ben de gülümsedim az önce galiba. Neler konuşulduğunu
anlayamıyorum, karşımdaki teyze yanımdaki sağ yanımdaki kardeşime yükleniyor.
Canparemin sıkıştırıldığını hissediyorum, yardımcı olmak istiyorum ancak
boğazımda düğümleniyor kelimeler susuyorum. Su istemem gerekli, isteyemiyorum.
Kahveler dağıtılmaya başlanıyor, tuzlu kahve içeceğimi biliyorum ama sonunda su
içecek olmanın verdiği mutlulukla önce bir fırt alıyorum kahveden, sonra
tamamını içiyorum ve üstüne bir bardak suyu deviriyorum. Keşke şu suyun
içerisine birileri biraz alkol karıştırmış olsa.
Benim burada ne işim var sorusu
daha sık geçmeye başlıyor içimde tanımadığım onlarca insanın elini öpmekten,
tokalaşmaktan babamın kısa birkaç cümlesinden sonra. Babamın sol çaprazında
benim ise tam karşımda oturan kır saçlı, benim omuzlarıma kadar gelen babamdan
birkaç yaş küçük amca da babamın cümleleri üzerine konuşuyor. El öpmek neyi
ifade ediyor bilmiyorum, kimisinin elini öpüyorum, kimisinin yanaklarını, sahi
bunca insanın eli temiz midir acaba? Az önce karşımda oturan teyzelerden bir
tanesi odadan dışarıya çıkmıştı, ya tuvalete gidip elini yıkamadan geldiyse. Ne
kadar da aptalca bir düşünce. Yine de bu bile burada ne işim var sorusundan bir
parça uzaklaşmama yardımcı olduğu için mutluyum. Uzun bir faslı tamamlamanın
sonunda ne yapacağımı bilmeden sağa sola bakınıyorum. Sonra babam ayağa
kalkıyor, o tok, zamanında kim bilir kaç tane can yakmasına yardımcı olacak ses
tonuyla “Yüzükleri benim takmamı uygun gördüğünüz için teşekkür ederim” diyor
ve az önce ellerin öpmemde yardımcı olan müstakbel eşimle benim karşıma
geliyor.
“Benim iki tane evladım var,
ikisi de başımı hiçbir zaman öne eğmedi.” diyor ve eş zamanlı olarak beni
oradan alıp geçmişime götürüyor. Ertesi gün sınavım olmasına rağmen, kendimi
kötü hissediyorum cümlesini tamamlamadan kilometrelerce uzunluktaki yola
çıkışım geliyor aklıma. Param bitti dediğinde olmayan parayı buluşum ve ona
gönderişim geliyor, aynı zamanda açlıktan nefesim kokarken. Kimi zaman da
uzaktan uzağa saatlerce dertlerini dinleyişim geliyor, arkadaşlarımdan,
derslerimden, dünyadan soyutlayışım geliyor. Kendimi tamamen ona emanet edişim
geliyor, bana ufak bir sitem ettiğinde uyuyamayışım, yeniden uykulara
kavuşabilmek için yine kilometrelerce yol yapışım geliyor. “Onlarla her zaman
gurur duydum.” diyen babamın sesi yüreğime dokunuyor, bir telefonla dünyaları
başıma yıkan kadının “Ben mi bekle dedim” diyen sözleri kulaklarımda
yankılanıyor, o anımı, zamanımı, enerjimi, hayatımı değil, geçmişimi ve
geleceğimi çalana bununla beraber hayallerimi süsleyen kadına içimden yüzlerce
küfür saydırıyorum içimden. Sinirden gözlerimden yaşlar süzülüyor. O an hayatımın
kadını elimden tutuyor, farkında o da ne hissettiğimin, gözlerime bakıyor, ben
senin geleceğinim diyor. Sonrasında babam yüzükleri takıyor. Onca insanın
içinde, sevdiğim kıza sarılmak, onu hissetmek geçiyor içimden, o kalabalıkta
utanıyorum, yapamıyorum.
Benim burada ne işim var
sorusunun cevabını sevdiğim kadın veriyor, geleceğini, geleceğimizi inşa
ediyoruz diyor, kurdele kesiliyor. Yeni hayatımın ilk saniyelerine onun
gözlerine bakarak giriyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder