MÜSAİT BİR YERDE ÖLECEK VAR
Haftaya
yenilgiyle başlıyorum yine. 129 okunmamış
mail. Tembel olduğumu sanmayın, işe başlayalı daha bir sene bile
olmamışken, yöneticimle gerçekleştirdiğim performans görüşmelerinde oldukça
yüksek bir puan ve övgü dolu sözler aldım. Veyahut normalde okumuş oldukları
mailleri, okunmamış olarak işaretleyen, sürekli meşgul olduğunu göstermeye
çabalayan tiplerden de değildimdir. Bilirim ne kadar saçma sapan bir hareket
olduğunu. Neysem oyumdur.
Bir
önceki hafta ise okunmamış mail sayısı 100’ün biraz altındaydı. Her hafta git
gide artıyor okunmamış mailler, beklenen işler. Durumun ne kadar zorlayıcı ve
çıkmaza gidici olduğunu ifade edebilmek için şunu söyleyebilirim ki, eğer
haftaya sıfır okunmamış mail ile başlarsam, o hafta günlük işlerle zaten
yeterince dolu olurum. Anlık istenen, beklenen o kadar çok iş var ki, bir de
hepsi acele tabi.
Neyse
129 okunmamış mail, sırayla başlayayım dedim. Şükür ki aralarında okunmaya bile
değmez olanlar var, okunmamışların sayısının hızla azaldığını gördüğümde garip
bir mutluluk çöküyor, potansiyel, uzun süremi alacak mailleri ise sona
saklıyorum. Açtığım bir mailin, daha sabahın ilk saatinde olmama rağmen tüm
günümü alacağını anlıyorum. Gün içerisinde okunmamış mailler git gide artıyor.
Telefon sürekli çalıp duruyor, yan yoncada oturan arkadaşlardan sürekli
talepler geliyor. Tıkanmak üzereyim. Biliyorum ki bugün mesaiye kalsam işleri
tamamlayamayacağım, yarın da kalmam gerekiyor, ertesi gün de, tüm hafta boyunca
da, cumartesi günü gelsem de.
Çoğu
çalışma arkadaşımın aksine evim iş yerime çok yakın. Ah bir arabam olsa 5
dakikaya evdeyim ama servisle neredeyse yarım saat sürüyor. Bir de servisler
ortak hareket etme saati mesai bitimden 15 dakika sonra olunca eve varışım 45
dakika içerisinde gerçekleşiyor. Bir bira açtım kendime. 5 dakikalık mesafeyi
nasıl oluyor da 45 dakikada alabiliyorum diye sorgulamaya başlarken durdum. İş
işte kalsın dedim. Yüzde sekiz alkol oranına sahip biranın yarısını bir nefeste
içtim. Boğazımın yandığını hissediyorum ancak andan uzaklaşma hissi o kadar
baskın ki kendimi zorladım.
Televizyonu
açtım ve film izlemeye koyuldum. Ne olduğunu bilmiyorum, dönmeye başladı kendi
kendine. Televizyonun hemen yanında tam takım elektrogitar duruyor. Her sabah
evden çıkarken bu akşam birkaç nota çalacağım diyorum kendi kendime ama
olmuyor. Televizyon karşısındaki uyuşukluk ağır basıyor. Televizyon sehpasının
altında bekleyen kitapları ise söylemek bile istemiyorum. Herhangi bir kitabın
kapağını açmayalı ne kadar da uzun zaman oldu. Bir sürü oyuncak arabam var,
koleksiyona katmam gereken ise daha onlarcası. Bir gün Kadıköy’e gitmem lazım,
orada “die cast” oyuncak araçlar satan bir dükkan olduğunu duydum,
koleksiyonuma arabaların yanı sıra tır ve otobüs de eklemem lazım ancak yok,
gidemiyorum. Her hafta başlangıcında o haftanın benim için bir dönüm noktası
olacağına dair kendime söz veriyorum lakin olmuyor. Daha haftanın ilk günü,
Cuma yorgunluğuna erişmiş oluyorum. Cumartesi, fiziğimi dinlendiriyorum,
uyuyorum koca gün, pazar ise ertesi gün işe gidecek olmanın verdiği zihinsel
ağrılarla uğraşıyorum.
İkinci
yudum ile ilk şişeyi bitirdim. Hafif çakır keyifim ancak mail kutumdaki
okunmamışların kısmında hala daha üç basamaklı mavi bir sayı duruyor. Bunları
nasıl halledebileceğimi düşünürken telefon çaldı. O akşam mesaiye kalan bir
arkadaşın aradığını görünce aramayı sessize aldım. Kesin iş ile ilgili bir soru
soracaktı ve ben daha haftanın ilk iş günü bu kadar bitkinken daha fazla
konuşmak istemiyordum.
İkinci
birayı dolaptan aldım, alkol ile aram pek iyi değildir ancak kendimden
uzaklaşmanın başka bir yolunu da maalesef bulamıyorum. İlk yudumlarımı alırken
yeniden telefon çalmaya başladı. İçimden küfürler saydırırken arayanın
arkadaşım değil de annem olduğunu görünce mutlu oldum. Ağlıyordu, kendimi 12
saat sonra memleketimde buldum.
Her
ölüm erkendir ve acıdır. Ne kadar bencilce olduğunu farkındayım ama sık sık
sevdiklerimden önce ölmek için dua ederim, onların ölüm acılarını hissetmeyeyim
diye. Özellikle bundan birkaç ay önce ortada hiçbir belirti yokken aniden ölen
kuzenimden sonra bu dualarımı sıklaştırdım. O kadar perişan olmuştuk ki bu
beklenmedik ölümden dolayı ne olduğunu anlayamadım bile. Yalnız bu kez durum
biraz farklıydı, babaannemin ölümünü bekliyorduk, bizim için sürpriz değildi ve
ölümle bir sohbet edebilme şansım oldu.
Dört
kollunun sol ön tarafında uzun süre ben gittim. Her adımda tabutun kenarlarına
çarpan babaannem, her çarpışında bir kelam etti bana. Uzun uzun bundan 24
saat önce nefes alabildiğinden bahsetti. Burnumu sol elimle kapattım, sağ
omzumdaki tabutla beraber birkaç adım attım nefessizliğe dayanamayarak elimi
çektim, soluk soluğa kaldım. Evet, hayat kafamızdaki bu iki küçük delikte
ibaretti, ya ben de nefes alamazsam. Sevdiklerimden önce öleyim derken, hayatta
kalma iç güdüsüyle vücudum ürperdi.
Mezarlığa
vardığımızda, mezar çoktan hazırlanmıştı, ben de indim çukura babaannemi ebedi
yatağına yatırmak için. Yüzünü kıbleye çevirdik, sırtını taşlarla destekledik.
Babaannemle aramda yalnızca incecik beyaz bir bez parçası vardı, aramızda ise
tek bir fark vardı, ben nefes alabiliyordum ama o alamıyordu. Mezardan çıktım
ben de ve dualar eşliğinde babaannemin mezarını toprakla doldurmaya başladık.
Bundan 24 saat önce iş yerimde okunmamışların sayısını azaltmaya çalışırken
şimdi ise babaannemin karanlıkla arasındaki mesafeyi azaltıyordum.
Babaannemi
defnettiğimiz o akşam ablamla beraber yaşadığımız şehre dönerken ne o konuştu
ne de ben. Bu durumda söylenebilecek herhangi bir söz var mı, bundan da emin
değilim zaten. Eve vardığımda, işe gitmek için birkaç saatimin kaldığını fark
ettim, yine de yatakta bir süre uzanmak iyi gelecekti.
Olmadığım
yalnızca bir günde, ne kadar çok okunmamış mail birikmiş. Önce aralarında
okunmaya değmez olanlardan başladım. Sonra kayalıklara geldik, ve neredeyse
yarım günüme mal olacak bir mail ile boğuşmaya başladım.
24 saat önce mezarda iken şimdi üç basamaklı mavi okunmamış mail sayısını azaltmaya çalışıyorum. Babaannemin bedeni, nefessiz kaldığı için toprağın dibinde. Benim ise ruhum nefessiz kaldığı için toprağın üzerinde. Bu akşam büyük ihtimalle yine eve gittiğimde başkalarının dünyalarını izlemeye devam edeceğim televizyonda. Ve yine büyük ihtimalle birisi benim sırtımı taşlarla sabitlemeye çalışırken dünyada yapmadıklarımın pişmanlıklarıyla yüzleşeceğim. O an aklıma okunmamış maillerin gelmeyeceğinden ise adım kadar eminim.
Yorumlar
Yorum Gönder