YOKSUNLUK SENDROMU
Bugün bir gül daha diktim yüreğime. Halbuki ne
kadar uzun zaman olmuştu yüreğimi nadasa bırakalı. Seni gördüğüm her gün bir
gül dikiyorum. Yüreğimde senden ibaret bir gül bahçesi var, büyütüyor seni
içimde git gide. Dokunamıyorum ama, koklayamıyorum da.
Seni görüyorum, hatta yeterince gördüğüme de
inanıyorum. Mesela geçen gün servis beklerken bir arkadaşınla hararetli bir
konuda tartışıyordun. Dedim ki kendi kendime eğer tıkandıysa bir noktada, bir
erkeğe göre küçük, dokunamasam da yumuşacık olduğunu hissettiğim sağ elinin
işaret parmağıyla kalın sol kaşının altına dokunacak, sonra küçük kulaklarına
nispeten irice olan sol kulak memesine dokunacak, en sonunda da aynı elinin baş
ve işaret parmaklarıyla dudaklarının iki kenarında bir yağ tortusunu temizler
gibi hafifçe okşayacak.
Kesinlikle haklı olduğuna inandığın bir konuysa
eğer sağ elinle sol göğsünü kaşırdın bu sefer. Üzerinde mont da olsa, tişört de
olsa kaşırdın, burada kaşıdığın, dokunmanın hayaliyle yaşadığım tenin değil,
üzerindeki kıyafetti. Doğal olarak aslında kaşındığından dolayı değil, karşı
tarafa gayri ihtiyari efelenme iç güdüsüyle bunu hareketi yapıyordun.
Eğer karşı taraf düşüncesini sana kabul ettirmeye
başladıysa sağ elinin işaret parmağı, sol elinin işaret ve orta parmağı arasına
girecek şekilde ellerini kavuşturur, parmaklarını kıtlatmaya başlardın. Yeteri
derecede ses çıkarttıktan, ve geriye ses bırakmadıktan sonra sol elinle başına
göre küçük görünen burnunun üzerindeki çillerde gezdirirdin.
Bunun ağırlığına dayanamıyorum, seni görmenin.
“Sağlıktan önemli hiçbir şey yoktur” diyor en yakın dostum. “Âşıksın,
anlayabiliyorum ama yine de ne demek keşke kör olsaydım da onu görmeseydim,
onun varlığını bilmeseydim, karanlık zindanlar içerisinde kalsaydım da bir ömür
boyunca onun görmenin ateşiyle yanmasaydım ne demek diyor.” Anlayamıyor demek
ki beni, içimde büyüyen, hiç dokunamadığım, koklayamadığım gül bahçesinden
haberi yok belli ki, belki de onun hiç gülü olmadı, ondan bu kadar rahat
konuşabiliyor.
Tüm ilahi dinlerde vardır nefsi köreltmek için
yılın belli dönemlerinde, yemek yememek, içmemek, normalde haz veren konulardan
uzak durmak, yani oruç tutmak. Ramazan’ın, senenin en uzun günlerine denk
geldiğini düşünün, tarlada, güneşin altında çalışıyorsunuz, açlıkla belki de
hiçbir zorunuz yok, ancak susuzluktan kıvranıyorsunuz. Ezan vakti yaklaşmak
üzeredir, sofraya oturuyorsunuz, mütevazi sofranızın en güzel “yemeği” su
gözünüzün önünde duruyor ve siz ona dokunamıyorsunuz, elinize alamıyorsunuz,
kıvrandığınız susuzluğunu gidermesine izin veremiyorsunuz. İşte aynen böyle
sana dokunamamak. Sana muhtacım ben, benim tarlam da okulum, kendi bildim
bileli okuyorum, biliyorsun nasıl da kader yardımcı oldu da başladım buraya,
senin yanına geldim. Susadım. Karşımda öylece duruyorsun, dokunmak istiyorum
sana, elime almak istiyorum seni, susuzluktan kıvranan ruhumu seninle doyurmak
istiyorum. Olmuyor, dokunamıyorum sana. Gelemiyorum yanına.
Söylesene ruhumun susuzluğunu dindirebilecek olan,
bir ömür oruç tutabilir mi insan?
Yorumlar
Yorum Gönder