DOSTLUK, ZAMAN, MEKÂN


Zar zor uyuduğum kavurucu bir ağustos gecesi tıkırtılarla uyandım. Sıcak olmasına rağmen yatarken her daim kapattığım kapımın ardından önce parmak ucunda yürüyüş sesleri, sonra biraz fısıldaşmalar, elektrik anahtarına basış, kapı kolunu çevrilmesi ve kapının örtülmesi sesleri geldi. Gözlerim açıldı, kapının altında ışık sızıyordu. Saate baktım. Uyumak için kıvranırken saate en son baktığımdan beri yarım saat geçmişti. Ben daha fazla geçtiğini sanmıştım. Sıkıştığımı hissettim, tuvalete gitmem gerekiyordu. Ancak benim bu saatte uyanmam pek hayra alamet olmazdı. Kapının ardından fısıldaşan insanları tedirgin edebilirdim. Zira onlar da uyumamışlardı. Gece yarısını çoktan geçmişti ve yaklaşık 3 saat sonra uyanıp hep beraber tedavi için yola çıkacaktık.

Kapının arkasında duran iki kişiden birisi bir süredir hasta. Gözümüzün önünde günden güne erimesinin yanı sıra ne olduğunun anlaşılamaması da can sıkıcıydı. Kapı kapı gezilen doktorlar, acil kapısında gergin bekleyişler, kaç gün sonra çıkacağı belli olmayan MR sonuçları, hastanede geçirilen birkaç gün, bir kadının gözyaşları ve sonunda ne olduğunun anlaşılması.

Yatakta sıkışmış bir şekilde kıvranırken zihnimde bunlar hızla geçti ve bir anda hissettiğim öfke. Tepemin yanmaya, şakaklarımın zonklamaya, kalbimin hızlı çarpmaya, kaşlarımın çatılmaya başladığını fark ettim. Tüm dostlarıma karşı öfkeliydim yanımda olmadıkları için. Öfkeyi en ince damarlarıma kadar hissedebiliyordum. Bir süre öylece kendi kendime öfke nöbeti geçirdim. Hiçbiriyle artık konuşmayacağımı, hatta hepsinin telefon numaralarını sileceğimi, bebekleri olduğunda tebrik etmeyeceğimi, hatta en yakınlarındaki bir insanı kaybettiklerinde başsağlığı dilemeyeceğimi düşündüm. Bu kadar kindar yaklaşmamam gerekiyordu ancak o an bu duyguyu tam anlamıyla hissetmem gerekiyordu. Bir süredir hissettiğim tek duygu çaresizlikti ve öfke artık bu duygunun yerini almıştı.

Kapının ardında birkaç tıkırtı daha oldu. Işık söndü, birkaç dakika onları uykuya dalmalarını bekleyip tuvalete gidebilirdim. Bunu yapmayacağımı biliyordum. En ufak bir tıkırtıda uyanacaklar, ya da belki de hiç uyumayacaklar ve benim uyandığımı görüp ya beni uyandırdıkları için üzülecekler ya da benim de gerginlikten uyuyamadığımı hissedip kendilerini daha gergin hissedeceklerdi. Sıkışmışlık da olsa uyumaya çalışmak daha iyiydi. Zaten uyanmamıza kısa bir süre kalmıştı. Hem bebekliği saymazsak daha önceden altıma kaçırdığımı hiç hatırlamıyordum.

Acaba ben de mi onların kötü zamanlarında yanlarında olmamıştım. Aklımdan birkaç enstantane geçti dostlarımın kötü zamanlarında yanında olduğum. Belki de bu zihnimin tamamen bir yanılsamasıydı, o an öfke duygusunu hissetmeye meyilli olduğum için sadece onların kötü zamanlarında onlara destek olduğum sonucunu çıkartıyordum. Sonra birkaç yıldır her insanda olduğu kadar geçen buhranlı zamanlara baktım, yine onlardan kimsenin yanımda olmadığını fark ettim. Öfkem zirvedeydi artık.

Birkaç saat sonra uyandığımda tuvalet ihtiyacı hissetmediğimi fark ettim. İç çamaşırımı yokladım, sonra yatağı, ıslaklık yoktu. Sırt üstü bir süre daha uzanmaya devam ettim. Hava hala karanlıktı ve biraz sonra yola çıkacak olmamıza rağmen gece zihnimde duran düşüncelerin ağırlığı altında ezildiğimi hissedebiliyordum.

“Seninle şimdi tanışsaydık büyük ihtimalle bu kadar yakın dost olmazdık.” Öfke duyduklarımın yüzleri zihnimden geçerken birisinin böyle söylediğini anımsadım. Beni sonuca erdirecek yaklaşım bu cümlenin altında bir yerlerde gizli olmalıydı. Biraz düşündükten sonra aslında bunun bir gizem değil alelade bir gerçeklik olduğunu anladım. Bu ilişkiler veya iş yerinde terfiler için de sık sık söylenen “doğru zamanda doğru yerde olmak” ile doğrudan alakalıydı.

Son yıllarda her insanda olduğu kadar geçirdiğim buhranlara tekrar baktığımda ortak geçmişe sahip olduğumuz, ancak ha deyince görüşemediğimiz dostlardan ziyade her an beni görebilenlerin yanımda olduğunu görebiliyorum. Hatta dost mertebesinde olduğunu düşünmediğim insanların bile beni gördüklerinde “Hastanız nasıl oldu?” diye sorması zaman ve mekânın ne kadar önemli olduğunu bir göstergesi. Ben uzakta bir yerde olsam soracak mıydı ki? (Her gün sordukları, hatta sormaya devam ettikleri için onlara müteşekkirim, insanlar tarafından önemsenmek, derdine ortak olunması çok mutlu edici, ancak burada ifade etmeye çalıştığım konu farklı, “dostluklar”.) Bununla beraber dostların kendi hayatlarında, kendine ait dertleri vardı. Ortak geçmişteki gibi değildi hayat. Kendi hayat koşuşturmalarından başkalarına bakacak ne zamanları vardı ne de enerjileri.

Eleştirdiğim toplumun bir bireyiyim ben de ve toplumdan bağımsız aforizmalar peşinde değilim. Benim de onların yanında olduğum dönemler, zamanın ve mekânın elverdiği ölçüde olanlardı. Yani çaba sarf etmeden veya nispeten az çaba sarf ederek onlara destek olmuştum. Bunun farkında olmak pek güzel olmasa da maalesef gerçekler böyle.

Yataktan doğruldum, tuvalete gittim. Uzun uzun kaldım, sıkıştığımı o zaman hatırladım. Elimi yüzümü yıkadım. Aynadan bakınca yakışıklı bulduğum, fotoğraflarda ise çirkin gördüğüm yüzüme baktım. Sakallarımdan süzülen suları elimle sildim. Çıktığımda herkes hazırdı. Üzerimi değiştirdim ve bizi nereye doğru götüreceğini bilmediğimiz o yola yalnız başımıza çıktık.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN