Kayıtlar

Temmuz, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HOŞ GELDİN

Bugün ilk defa elini tuttum. Çocuk gibi olduğumun farkında mısın? Ağzından emziği alınan bir ufaklığın zırlaması gibi ağlayıp zırlayacağımı bildiğim için bırakamadım elini. Hayata tutunma kaynağımı nasıl bırakabilirim ki? Tuttum sıkıca, bırakamadım. Sen ve ben vardı eskiden, şimdi biz olan. Biz demek, bizi oluşturan iki elemandan birisinin sen olduğunu bilmek ne kadar da güzel. Ellerimiz birleşti ve biz olduk, bu kadar basit aslında. Evet, söylemesi kolay ama elde etmesi bir o kadar zordu, bizdik artık. Sabah günlere aydınlık başlama nedenim, dokunmaya, biz olmak için elimi elini değdirmeye çekindiğim, pis dudaklarımla o bebeksi yüzünü kirletmeye korktuğum, tutkuyla bağlanmak için bir ömür boyu beklediğim, kalbimi kalbine teslim ettiğim, gözlerine doya doya bakmaya çekindiğim, ruhunu ruhuma kattığım, ellerinin sakallarımın arasında gezindiğini düşünerek hayaller içerisinde dolanırken birden parmaklarının yüzüme değdiğini hissettiğim, sana dokunamadığımda bir zaman dudaklarının değ

The History of Reading Books*

The period in which I started reading books coincides with the last year of primary school. There was a school trip to the library. We went there holding hands. It was a time of no internet world. Children didn’t sit at home or go to internet cafes. Rather, they played marbles in the streets; turned hula hoop; played pogs to collect more of them, and we played football with kids from back street neighborhoods. The road has just been paved asphalt. The neighborhood used to have an earth road, and it was recently paved asphalt back then. We were madly fond of running after earth movers. Their work was equal to landing on the moon in our eyes. It was just asphalt after all. However, it was so important to me back then that I fell into a trance while watching the vehicle leveling the road, and I couldn’t hear the big truck coming towards me and horning. If it weren’t for a worker pulling me aside on the road, I would have been crushed under the huge truck whose driver hadn’t noticed

ŞEREFE YALNIZLIK

Bunca eğitim almama rağmen topluluk içerisinde konuşmayı, onlara hitap etmeyi hala daha beceremiyorum. Bırakının kalabalıkları, yeni tanıştığım insanların yüzlerine bakmaya bile çekinirim sanki beni yiyeceklermiş gibi. Yalnızlığıma kadeh kaldırdığım o gün de çok utandım konuşmaktan, yutkundum, boğazıma dizilen kelimelere yol verebilmek için bir damla sıvıya ihtiyacım vardı ancak o an havada bekleyen kadeh boğazımdan girmesi gereken ilk sıvıydı ve onu da konuşma yapmadan boğazımdan geçiremiyordum. Çözümsüzlük içerisinde kıvranırken kendimi biraz sarstım, sonsuza kadar bu şekilde durmam olanaksızdı. Sağ kolum havada başladım konuşmaya; Uzakta bir yerde beni beklediğini biliyorum, belki de tam da şu anda aynı anda kadeh kaldırıyoruz birbirimizden habersiz. Belki de sahilde dolanıyorsun, canın mısır çekiyor ve seyyar satıcılardan birisinin yanına yaklaşıyorsun. Hazır közlenmiş mısırlardan istemiyorsun, mısır tanelerine bastıra bastıra en taze, dişlere yapışmayacak mısırı seçtikten

AŞK KARIN DOYURMAZ

İnanın anlatmak isteyip anlatamadığım o kadar çok şey var ki. Bir yandan gözlerimden akan yaşları silmeye çalışırken bir yandan da kendimi nasıl daha da “anlatamam” diye düşünüyorum. Ben kısa kısa birkaç anektot paylaşayım en iyisi. Bugün beni yormayın, aralarındaki bağlantıyı siz toparlayın olur mu? Ben yine anlatamayayım siz yine anlamayın. Başka bir hikâyede sonradan uzun uzun anlatacağım bir kısım var, bu paragraf onun bir özeti olsun. Sevgilisiyle artık evlenmek isteyen, öğretmenliğe yeni adım atmış genç kız, maddi imkanı olmayan müstakbel eşine “Yeter ki aynı çatı altında yaşayabileceğimiz bir yuvamız olsun, ikinci el eşya alırız, gerekirse hiç almayız. Biz bir olalım gerisi hiç önemli değil” demişti. Bunun biraz daha detaylı kısmını ablama anlatmıştım. “Öyle bir dünya yok.” demişti bana, gerçekten de dediği gibi oldu. Kız gitti, oğlan perişan oldu, hastanelerde yattı, gözümüzün önünde eridi bitti. Yardım istediğimiz, sözde çok âşık olan kız sanki bir duvar olmuştu. Ortada b

İNSAN DEĞİL MİSİN?

Hava kararmaya başlarken, bakındığımda benim için hiç tanıdık gelmeyen insanlar, ağaçlar, evler, arabalar el ele tutuşmuş üzerime doğru gelmeye başladı. Dudaklarının arasından bir parça ben aradım ama bulamadım, bene dair tek kelime çıkmadı. Kalakaldım olduğum yerde, nefes alış verişim git gide kesik kesik hale gelmeye başladı. Elimi göğsüme götürdüm, sen yanımdan uzaktayken oksijen bile ciğerlerime dolmak istemiyordu. Bu haldeyken beni gören dostlarımın son zamanlarda çok fazla sigara içiyorsun diyeceklerine eminim. Hâlbuki benim oksijen kaynağımın sen olduğunu, etrafında olmadığımda nefessiz kaldığımı nereden bilebilirler ki? Biraz dinlenmeye, seni hayal etmeye ve tekrar nefes almaya çalıştım. İzlediğim bir filmi sonrasında defalarca izlediğim çokça olmuştur. Her seferinde farklı bir detay dikkatimi çeker ve kendime şaşarım buna nasıl dikkat etmemişim diye. Seni hayal edip nefes almaya çalışırken de her defasında faklı bir detay bulabiliyordum ve bu da bana yaşam kaynağı olmanın

DOĞUM SANCISI

Doğumumun bu kadar sancılı geçtiğini bilmezdim. Yıllar sonra annem ile son defa kurmuş olduğumuz kömür sobasının başında elektriklerin olmadığı bir zaman diliminde konuşurken öğrenmiştim bu gerçeği. Konusu da geçmemişti her nasılsa doğduğumdan beri nasıldı o gün. Ramazan ayının uzun günlere geldiği bir dönem. Annem doğum vakti gelmesine rağmen oruç tutmaya devam ediyor. Sahura kalkmak için saatini kurmuş olmasına rağmen onun sesini duymadan gece yarısı ani bir sancı ile uyanıyor. Bu sefer hissediyor geleceğimi, durmayacağımı o kapalı alanda biliyor. Büyük bir açlıkla, yardım dileğiyle kolunu yan tarafına atıyor, yokluyor yatağı ancak babam yok yanında. O an düşünemiyor babamın o gece nöbetçi olduğunu. Tuvalete gitmiştir, su içmeye gitmiştir diyor ve bağırıyor komşuları da ürkütmemek için kısık bir ses tonuyla. Cevap gelmediğini fark edince ses tonunu biraz daha arttırıyor, sonra biraz daha ve biraz daha. Bir zaman sonra babamın o gece nöbetçi olduğunu fark ediyor. Son nöbetiyd

DEFO

Sen en önde yürüyordun, ben en arkada. Sana doğru gelmek istedim, adımlarımı hızlandırmak istedim, yanında yürüyerek varlığının tadını çıkartmak istedim, senin kokunu kıskanan çiçeklere nazire yaparcasına kokunu içime çekmek istedim. Agatha Christie’nin kitaplarını okumayı çok severim. Bilinenin aksine polisiye olmayan kitapları da vardır, bununla beraber çoğu kitabı sonunu bir türlü kestiremediğim türden polisiye kitaplardır. Bu kitapların ortak özelliği de katilin son 15-20 sayfada bulabilmenizdir, geri kalan kısımlarda katili bulabilmenize imkan yoktur ki onun da en çok eleştirilen taraflarından birisi budur. Kitabın gelişme kısmında okura cinayeti çözebilmek için yeterli veriyi vermez. Bu durumda ilk 1-2 sayfada kitapta geçen karakterleri okuduktan sonra son kısmı okumanız size pek de fazla bir şey kaybettirmez zira kitabın gelişme kısmında edebi türden bir parça da bulamazsınız. Kimi zaman bir çırpıda okurum giriş ve gelişme kısmını. Son kısım gelmiştir artık, ana karakte