Kayıtlar

Mart, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

VE YAŞAMAK

Pencereden süzülen ışık huzmelerinin göz kapaklarımın ardında kendisini bilinçsiz bir biçimde saklayan gözlerime gelmesiyle uyanma vaktinin geldiğini anladım. Hafta sonunun en çok bu tarafını seviyorum, ne kadar uyumam gerektiğine telefonun saati değil de biyolojik saatin karar vermesi. Gerçi son zamanlarda heyecandan uyuyabilmek benim için pek mümkün değildi. Evet, itiraf ediyorum, aslında kâğıda değil de ona “yazdım”.   Hava ufak bir çocuk gibi dengesiz ve bir o kadar da masumdu. Büyükler için saçma, çocuk için çok önemli bir nedenden dolayı ağlayan çocuğun eline mevsimi ne olursa olsun verdiğiniz dondurma sonrası nasıl gülümsüyorsa hava da kasvetli, toprağı fazlasıyla suya doyurduktan sonra topraktan yükselen kokuyu hissedebilmek için belki de önce yağmurunu kesti, sonra da güler yüzünü göstererek gökkuşağı ile az önceki suratsızlığından dolayı kendisini affettirdi. Gökkuşağının büyüsüne kapılmış kendimden geçmiş bir haldeyken kim olduğunu seçemediğim birisini gördüm uzaklarda

YAZMAK

“Ona yaz, kâğıda değil.” Bu cümle daha birkaç gün önce, bloğumun sıkı bir takipçisinin yorumu ile de örtüşüyordu. Ne demişti, hayatın ta kendisini anlatan, her insanın içindeki pişmanlıklarını, konfor alanını kolay kolay kıramamasını, elinde sigara, içmeyin bu mereti derken bir yandan da sigarayı tüttüren ilkokul öğretmeni edasıyla başkalarına akıl vermenin, eleştiride bulunmanın insanlar için ne kadar kolay olduğunu anlatan yazıya istinaden, makine yüksek mühendisi, biz senle iş değil de hayattan, bloğundan, günün rutininden farklı konular konuşalım diyen, her sabah ben kahvaltı yaparken tatlı gülümsemesiyle beni de mutlu eden, yazılarımı okuduktan sonra benim gönlümü kırmamak için hoş yorumlar yapmaya çalışan arkadaşım, “Bu yazı en çok hoşuma giden yazındı. Benimle alakalı değil, bunu okuyan herkes aynı kanıya varır zira herkesi yakalayan bir havası var bu yazının…” Daha da uzun süren yorumunun alt metninde, yazılarda genel olarak işlediğim “aşk”ın gerçek hayatta bir karşılığ

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN

O sabah kapkaranlık başlamıştım güne. Güneş çok nazlıydı sıcak yüzünü göstermeye, bulutlar ise beyazlıklarını unutmuş, güneşle dünya arasına girmek için elinden geleni yapıyordu. Rüzgâr soğuk havayı, iliklerimize kadar hissedelim diye sertçe eserken, saate baktığımda güne günaydınla başlama saati olmasına rağmen daha ziyade iyi geceler demeye müsait bir atmosfer vardı.        Karanlıkta başlayan mesai saatim yine karanlıkta bitiyordu. Ruhumun renksizliği miydi dünyayı karartan yoksa güneşin bize küskünlüğü mü emin değilim. Görece olarak aydınlık sayılabilecek zaman diliminde bile gözlerim karanlığa bakıyorsa bu tek başına güneşin suçu olamazdı. İşte böyle, umutsuzluk, ümitsizlik, bıkkınlık, bitkinlik anımda karşıma çıktın. Nasıl oldu da elimi tuttun, gözlerimin içine baktın, ruhumun derinliklerinde usturayla biçilmiş paramparça ruhumu gördün, gönlümü okşadın, pamuktan daha yumuşak dudaklarınla yanağıma buse kondurdun, saçlarımı okşadın, anne sevgisi, şefkati gibi karşılıksız s

DİLSİZ

Can nefessizse Ruh dilsizse Beni yine de duyabilir misin? … Erkek olana kadar deneyecekti annem ve babam, tarlaya onlardan sonra sahip çıkacak, soy isimlerini devam ettirecek, eve “gelin” getirecek birisine ihtiyaçları vardı. 7 tane kız çocuktan sonra maalesef dünyaya ben gelmiştim. Benden sonra tövbe ettiler ve erkek için uğraşmadılar. Belki de onların ümidini kıran olduğum içindir benden bu kadar nefret etmeleri, en yorucu ve pis işleri bana yaptırmaları. İşte o pis ve yorucu bir çalışma günü tarlada yanlışlıkla ayak bileğimi kesmiştim. Kan görmeye dayanamayan ben oracıkta yığılmıştım yere. Benden iki numara büyük olan anneme seslendi, “koşuuun bu bileğini kesmiş, kanıyor”. Hadi annemle babamı anlamıştım, benden nefret ediyorlardı da ablalarımı anlayamıyordum. Kendimi bilmeye başladığımdan beri hepsi hızla evlenip birer birer kaçıyorlardı yuvadan. Nefretlerini kazanmak için ne yapmıştım ki. Büyük ihtimalle evdeki “kadın” laneti huzursuzluğu arttırmış ben de üstüne tuz