Kayıtlar

Haziran, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

AHMAK

O kadar kötü bir oyuncu değildim bilakis sokakta turnuvalarda teke tek yapılan maçlarda hep en üst seviyedeydim. Ama nedense liseye başladığımız sene sınıfta fındık fıstık statüsüne düşmüştüm. Sınıflar arası turnuvada kaleye geçecek olan kahraman da böylece ben olmuştum. Ara sıra yapılan sınıf maçlarında da hep ben geçiyordum. Zamanla da alıştım aslında fena bir kaleci olmadığımı düşünüyordum ve zoraki olarak kaleye geçmiş olmanın ezikliğinden ziyade sınıfın en iyi kalesi ben olduğumdan dolayı bu pozisyondayım diye kendimi avutuyordum.   Eleme usulüne göre oynanacak ilk maç öncesi oldukça heyecanlıydım. Maça gelecek kızlara hava yapmak için aldığım Adidas çantanın içerisine tüm eşyalarımı yerleştirirken, heyecandan arkadaşımdan ödünç aldığım kaleci eldivenini almayı unutuyordum ki her zaman olduğu gibi annem kurtarıcım oldu.   Minibüse bindim ve küçücük şehirde yolcu bekleye bekleye iki dakikalık mesafeyi on dakikada kat ederken kendime güvenimin git gide arttığını hissettim. H

ŞARKI

Hayatımızda ilk kez alışveriş merkezine gitmek için arkadaşımla beraber yola çıktık. Yaşadığımız küçük şehirde pasajlar haricinde ihtiyaç duyulabilecek neredeyse her şeyin var olduğu böyle bir alışveriş merkezi yoktu ki pasajlar da bize sıradan geliyordu. Hem pasajların içinde zincir halinde bulunan bir hamburgerci de yoktu. Şehir merkezinden küçük ilçeye doğru minibüsle yol alırken bir şarkı çalmaya başladı. Günün şarkısı bu olsun, bu şarkıyı her dinlediğimizde aklımıza bugün gelsin dedik. Kendi başıma kıyafet aldığım, hamburgerin etini ikide bir masaya düşürdüğüm, alışveriş merkezinin içerisindeki çocuklar için yürütülen trene aval aval baktığım, benim için ilklerin olduğu bir gün geride kaldı. Dönüş yolunda, daha sonra televizyonda veya radyoda belki de defalarca çalmıştır o şarkı ama hangi şarkıyı seçtiğimizi hiç mi hiç hatırlamıyorum.   Hayatımda ilk kez sevgilimle beraber kafeye gitmek için yola çıktık. Bu ne kadar da büyük bir olaydı o zamanlar. Bu dönemle mi yoksa yaşla mı

GİRDAP

Bir an oldu, mutlu portreler gördüm etrafımda. Birbirlerinin gözlerinin içerisine bakıp hiç konuşmadan, “bugün seni göremediğim birkaç saat ızdırap oldu bana, ne zamandan beri sana bu kadar tutkun oldum, sen yokken ne kadar da boş bakıyormuş gözlerim, nasıl da ruhumun derinliklerine işliyor gözlerin” ve daha nicelerini söyleyebilen bir çift gördüm. Bakışlarımı ondan kaçırdım, bu kez başka bir çift gördüm, diğer çifte göre sakin gibiydiler. Bununla beraber birbirlerine kenetlenme biçimleri, erkeğin kızın arkasından sarılıp kafasını sol omzuna koyması, kızın da sol eliyle bir yandan sevgilisinin göbeğindeki ellerini okşaması bir yandan da sağ eliyle sakallarıyla oynaması. Mutlu bir portre için çift olmaya da gerek yok. Herkese sataşan, yaşama sevincini her hücresiyle etrafına yayan arkadaşım da gözümden kaçmıyor. Sevgilisinden henüz ayrılmış olmasına rağmen mutsuzluğunu etrafına yaymayan, bilakis neşeli görünen arkadaşım ise beni kendisine hayran bırakıyor. İçten içe ben ne yapacağım b

MUTLULUK/MUTSUZLUK KAYNAĞI

Şebeke suyunun haftanın belirli günlerinden verildiği, banyosunda odun ateşi ile kazanı ısınan bir evin haşarı çocuğu, normalde top oynayıp terleyemeyeceğini bildiği bir gün annesinin “bugün top oynayabilirsin” sözüyle ne kadar mutlu oluyorsa o kadar mutlu oluyorum seni hiç beklemediğim bir an karşımda görünce. Kaç gündür sokaktaki arkadaşlarıyla top oynamayı hayal edip, nihayet o gün geldiğinde heyecanla spor ayakkabılarını giyerken annesinin “sular gelmedi, bugün top oynayamayacaksın”, sözüyle ne kadar mutsuz olursa o kadar mutsuz oluyorum seni göreceğimi zannedip de göremediğimde.   Doğum günü kutlamalarını hiç sevmemesine rağmen, onunla dans edebilme ihtimali bile onu heyecanlandıran liseli ergenin, hoşlandığı kızın doğum günü partisi davetini kabul etmesiyle ne kadar mutlu oluyorsa o kadar mutlu oluyorum doğum günümde seni tanıyabildiğim için iyi ki doğdum diye. Parti esnasında yavaş yavaş hoşlandığı kızın gelmeyeceğini anlayan ve artık herkesin partiden ayrılma zamanı gel

CAN SIKAN UZUN BİR YAZI

Bu sefer kararlıydım, elime aldığım kişisel gelişim kitabının tamamını okumam gerekiyordu. Daha önceden başarısız birkaç denemem olmuştu. Okuduğum kitapları nadiren yarıda bırakmışımdır, maalesef kişisel gelişim kitapları da bunlarda en önemli yeri tutuyordu. Gerçekten de kendimi geliştirebilmek için başlıyorum kitaba ama öyle bir nokta geliyordu ki, kitap söylediği bir mesajı tekrarlamaya devam ediyordu. İşin özeti her şey senin elinde bitere bağlanıyor ya, en fazla canımı sıkan konulardan bir tanesi de buydu. Okuyan kişi büyük ihtimalle kendinde bitiremediği için zaten o kitabı okuma ihtiyacı hissetmiştir, kendini çözümleyemediği bir noktada çözüm sensin demek onu daha da geriye götürmez mi? Belki de yanlış yerden başlamıştım, yanlış kitapları okumaya çalışmıştım. Her yazılan doğru ve keyifli olduğunu kim iddia edebilir ki? Tıp ki şu an olduğu gibi, şu ana kadar belki de sizin için bir anlam ifade etmeyen birkaç cümle okudunuz. Yalnız tek farkla, bu durumda kısa bir yazı okuyacağın

SENSİZLİĞE BİR ÇENTİK DAHA

Askerliğin belki de tek güzel yanı, bir gün biteceğini biliyor olmaktır. Akşam yatarken üst ranzanın alt kısmına bir çentik atabilirsin, üzerinde minik minik kareler olup tümüne baktığında askerde geçirilecek gün sayısını yazan kağıtta bir kareyi daha karalayabilirsin, nöbetçi kulübesindeki sana ait olduğunu düşündüğün kiremidin üzerine bir çarpı daha ekleyebilirsin.   Tek güzel yanı demek gerçekçi olmaz zira özellikle ilkokul öğrencileri okulda çok da keyifli vakit geçirebilirler. Bununla beraber yaz tatiline çıkıyor olmak da onlar için ayrı bir keyiftir. Eğer sen de yaz tatilini sabırsızlıkla bekleyen bir ilkokul talebesiysen, ilk derste defterinin sıradaki sayfasına tatile kaç gün kaldığını yazabilirsin, koleksiyonunu yaptığın kokulu kağıtlardan, okulun kapanışına bir ay kalmasından itibaren dağıtacaklarını gün geçtikçe arkadaşlarınla paylaşıyor olabilirsin, takvim yapraklarından akşam ezanı saatlerinin, okulun kapanacağını günkü ezan saatine yaklaşmasını coşkuyla karşılamak iç

ÖZET GEÇİYORUM

Bugün biraz dertleşmeye ihtiyacım var dostlarım, beni biraz dinler misiniz? Bu satırları okuduğunuza göre dinliyorsunuz, çok teşekkür ederim sizlere.   Bunu söylemeye nedense utanıyorum ama ben âşık oldum dostlar. Bu utanılacak bir durum değil ya neyse, belki de içimdeki o “kıromanya” erkek utanmam gerektiğini söylüyordur. Geçenlerde televizyon çıkmıştı gördünüz mü dedeyi, ölen eşinin ardından nasıl da ağıtlar yakıyordu, methiyeler düzüyordu, onsuz hayatın çekilemez olduğunu anlatıyordu. Acaba o dede de eşine âşık olduğunu açıkça söyleyebiliyor muydu yoksa peşinden ağıt yakması, kör ölür badem gözlü olur sözüyle mi bağdaşıyordu? Her neyse güzeldir âşık olmak kaç yaşında olursak olalım.   Kaç zamandır hipnotize olmuş biçimde onun en sevdiği şarkıyı dinliyorum. Aslına bakarsanız en sevdiği şarkının o olmadığından eminim ama sevdiğini biliyorum ya en azından, onun sevdiği şarkıların hepsi benim için onun en sevdiği şarkıdır. Dinliyorum işte ne bileyim, sanki notalar arasında birb

TAKINTI

Hiç bitmesini istemeye ceğim bir rüyada seni gördüm az önce , uyandığımda hala daha senin sıcaklığını hissediyordum. Seni takip ettim adım  adım . Güneş seni tepende parlarken ben gölgende serinledim. Çöp kutusuna attığın şişeyi aldım seni gözden kaybetmeden. Şişenin ağzını kokladım, dokunmaya kıyamadım önce, sonra ben de dudaklarımı değdirdim, az önce dudaklarını değdirdiğin kısma. Kalp atışlarımın git gide hızlanmasına engel olamıyordum. İlk defa senden bir parçaya bu kadar yaklaşmıştım. Seni gözden kaybetmekten korkarak bir yandan da gözlerimi kapatıp şişenin ağzına dudaklarımı dayayıp sanki senin dudaklarını öpüyor hissiyatına erişmek istedim. Ama kendimi tutmayı başardım. Seni gözden kaybetmemeliydim. Bir büfeye uğradın, çocukken zenginlik sembolü olan şimdi ise hiçbir anlam ifade etmeyen  magnumdan aldın bir tane, hem de benim en sevdiğim, gözlerinin rengini anımsatan bademli olanından.  Dondurmayı yerken yavaşladın, ben de mahallenin kızlarıyla yakan top oynayan erkek

EZAN

“Günde en azından beş defa aklıma geleceksin” Taksim’den Mecidiyeköy’e doğru yürümeye karar verdiler. İskender daha önceden çok sık yapardı bunu. Bir milyoncularda satılan adi, tuvalet terliğiyle hem de. Çiğdem ise hiç denememişti bu eğlenceli yolda yürümeyi önceleri. İkisi de kendilerince yazmışlardı o eşsiz geçirdikleri günü… “Yol gözüme çok uzun görünmüştü. Taksim’in parıltısından uzak, uzun caddede bizi nelerin beklediğini şüpheyle karşılıyordum. Çocuğun niyeti hakkında şüphelerim vardı. Beni yorup, sonra su ikram edip suyuma ilaç karıştırabilir miydi acaba? Yola başlarken bu düşünceler içerisine daldım ve az kalsın bir arabanın altında kalıyordum İskender’in son andaki hamlesi olmasaydı. Genelde bu yolu metro ile kat ettiğim için yolun üzerinde bulunan binalar ya da çevrede olup biten hakkında pek fikrim yoktu. İstanbul’a ilk geldiğimde arkadaşlarımdan biri bu yolun gündüz vakti trafikle, gece vakti ise hayat kadınları ya da travestilerle dolu olduğunu söyleyince ben

SENKOLİK

Bağımlılık açıklanabilir olmakla beraber anlaşılması oldukça zordur. Nefes almazsa ölür insan, nefes almak ise bir bağımlılık olarak açıklanamaz. Sigara içmezse, o an sigara içmediğinden dolayı ölmez insan ancak bu bir bağımlılık olarak açıklanabilir. Kimisi için sigara içen birisinin sigaraya bağımlılığı veya alkoliklerin alkole olan düşkünlükleri anlaşılabilir değildir. Bana ise o kadar tanıdık ki bağımlılık. Su yerine kola içtiğim zamanları hatırlıyorum, öyle bir iki kutu kola değildi içtiğim, birkaç tane litrelik pet şişe içiyordum. Yurtta bilgisayar odasında ders çalışırken farkında olmadan 4-5 litre içtiğim oluyordu. Bardağa doldurmaya bile tenezzül etmiyordum. Dikiyordum şişeyi ağzıma, belki başkası iğrenir de bir bardak az kola isterlerse benden kardır diye düşünüyordum. Sabah midemden ağzıma doğru yükselen sıvıyla uyanıyordum, midemde katlanılmaz bir yanma ve ağrı, soğuk soğuk terleme, içerken o an kafayı güzel yapan, ancak ertesi sabah pişmanlık içerisinde kıvranan bir v