Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MUTLU ÖLÜM

Uzun süredir beni bir metin üzerinde çalıştırıyorlar. “Allah’ın emri” ile başlayan bir cümle, içinde iki tane de isim geçiyor. İsimlerden birisi, en küçük evladıma ait ancak diğer isim sürekli hafızamdan çıkıyor, metindeki diğer süslü kelimeler gibi.    Yaşımı merak ediyorsunuzdur, daha bir cümleyi aklına tutamayan bu adam kaç yaşında diyorsunuzdur belki kendi kendinize. Şöyle ifade etmeye çalışayım; ben çocuklarımı kış aylarında soba yanan tek odada yeşil leğen içerisinde yıkardım, suyla oynamaya çalıştıklarında etrafa su sıçrattıklarını gördüğümde açık mavi tonlarındaki maşrapayla omuzlarıyla kafaları arasındaki bölgeye hafifçe dokundururdum. Ense tıraşım geldiğinde veya kulak kıllarımın alınması gerektiğinde bunun için berbere gitmezdim, eşim alırdı. Çocuğumu saç tıraşına götürdüğümde, “saçını da yıkayalım mı abi?” diye soran berbere, hemen duşa girecek zaten deyip saçlarını yıkatmazdım masraf olmasın diye ki bu soruyu ilk defa sorup yanıtını alan berber de tekrar tekrar bu s

ÖZLEDİM

Biliyorum tam tersini yapmam gerekli ama ayaklarım sürüyerek işe gidiyorum bugün. Seni neden sevdiğimi düşünüyorum bu kadar ayaklarımı sürerken, binlerce yanıt varken verilebilecek hiçbirini düşünemiyorum, aklıma gelmiyor. Sana karşı hissettiğim duyguları nasıl ifade edebilirim ki? Ellerini bir kere bile tutamadım, gözlerinin derinliklerinde boğulabilme şansına erişemedim hiç, kadehine kadehimi kaldıramadım, “öl” dediğinde senin gösterdiğin hedefte “ölemedim”, senin soluduğun havada soluk alamadım, senin kokunu içime çekemedim doyasıya, ağzından çıkan tek kelimeyle vücudumu diken diken eden sesini canlı canlı duyamadım. Sen uzaklardaki hiç göremediğim sevdiğim, bugün gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Hayat durdu bugün biliyor musun? Sen belki dursun istemezdin ama durdu işte, aşka nasıl engel olabilirsin ki? Biliyorum benim de bugün daha büyük bir coşkuyla çalışmamı isterdin ama yapamadım. Oturdum bir köşede, nereden geldik, nereye gidiyoruz, bizi neden bu kadar erken bıraktın, ben ne

YAPMAK İSTEDİKLERİM

Hayatım yapmak isteyip de yapamadıklarımla dolu. Bunlar için zamanın hiçbir zaman yetmeyeceğinin de farkındayım. İşin ilginci yaşlandıkça, hayal gücüyle ters orantılı olarak yapmak istediklerim de artıyor. Yani daha çok küçük yaşlarda yapmak isteyip yapamadıklarımla beraber yaşamayı öğrendim.   İlkokuldayken en büyük hayallerimden birisi okul kantininde simit satmaktı. Öğrencilere sorumluluk kazandırmak ve onların bedava iş gücünü kullanmak için yapılan bir uygulamaydı eskiden. Öğrenciler için ise herkes tarafından tanınma ve popülerlik sağlama fırsatıydı. Sınıflardaki başarılı öğrenciler seçilirdi bu iş için. Neden böyle olduğuna dair hiçbir fikrim yok zira demir bin liraları onarlı şekilde üst üste dizmesi gereken sınıfın en başarılı öğrencisinin bunu beceremediğini öğrenmiştim bir üst sınıftaki abiden. İki tane beşinci sınıf, iki tane de dördüncü sınıf öğrencisi olurdu ve kıdemliler diğerlerini yetiştirirlerdi. Yani dördüncü sınıfta seçilmediysen şansın yoktu artık. Hiçbir za

HAYATIMI KURTARANLAR

Son cümlede söylemek istediğimi daha net ve ne kadar önemli olduğunu anlatabilmek için aşağıdaki satırları yazıyorum!   Üniversite ergenliği diyebileceğimiz dönemde aile şehrine 2 saat uzaklıktaki koca şehre gitmek üzere hazırlanan çantanın içerisine annem ısrarla kahvaltıdan kalan sigara böreklerini de koymak istiyordu. “Aman anne ne gerek var” demiştim her zamanki gibi. “Olsun evladım, şimdi toksun diye istemiyorsun ama “eve gidince iyi ki götürmüşüm” diyeceksin” diye karşılık vermişti. Oflaya poflaya (kalbini biraz kırdığımı hissetmiştim oflarken, “aman ne halin varsa gör o zaman” demedi, anneydi o.) çantaya koyduktan sonra otogara ve oradan da yola çıktım.    Yolculuğun ilk bir saati her zamanki gibi yolcu almak için dur kalkla geçti, alışmıştım buna. Gerçi bir gün çok param olacaktı ve bu iki şehri birbirine ekspres sefer yapan otobüslerle bağlayacaktım. Yine bu hayalimin içerisinde dolanırken otobüs gişelerden geçip otobana bağlanıyordu. Otobana bağlanmak demek, çok der

SON KALE

Bugün, son kalem olan yürüyüşe sarıldım. Zihnimde taşıdığım gereksiz yükleri atabilmenin en kolay yönteminin bu sefer işe yaramayacağını, sokağa ilk adım attığım andan itibaren anladım. Kararlı olmaya çalışan bir kaç adım daha attım. “Ayakkabılarını sürterek yürüme evladım, daha yeni aldık, hemencecik eskiteceksin.” diyen annemin sesini, “Dik yürü biraz, genç yaşında kambur olacaksın.” diye ikaz eden babamın sesini duyar gibi oldum zira kararlı olmak istesem de sabahın köründe zorla okula gönderilen bir ergen gibi ayaklarımı sürterek, sokaklarda artık göremediğimiz yoğurt satıcılarının sırığını sanki omuzlarımda taşıyormuş gibi kambur yürüyordum. Enerjik bir parçanın adımlarımı hızlandırabileceğini düşünerek ceplerimde kulaklıklarımı aradım, bulamayınca eve dönmeyi düşündüm ama adım kadar emindim ki eve gidersem tekrar dışarı çıkmazdım. Kendimi yürümeye zorlamaya devam ettim. Her seferinde kurumuş kuş pisliklerini gördüğüm, bunlar acaba günün hangi saatinde ağaca konuyorlar da burayı

ANLAMSIZ CÜMLELER

Anlamını yitiren cümleler arasında boğulduğumu hissediyorum. Gözümü onunla açmıştım ben hayata, ona “seni seviyorum” diyebilmiştim tüm kalbimle önceki sevgililerime söylemediğim üzere, sırf şu anda manasız gelen cümlelere ben de kurban gitmeyeyim diye. İnsan sevdiğine emin olup ondan sonra mı ben seviyorum der ki? Bunu düşünmeden kurdum sevgi sözcükleri ona. Meğerse ki benim kurduğum cümleler de buna kurban gitmiş de haberim yokmuş.  Şu anda uzandığım yatağımda arkadaşlarımın bana çaresiz bakan gözlerini görüyorum. Onların gözlerinin içerisine uzun uzun bakıp anlatıyorum derdimi zira konuşacak halim yok. Ne kadar süredir hastanedeyim onu da bilmiyorum. Yolunu, izini bilmediğim bir şehre geldiğimi hatırlıyorum onun peşinden. Daha düne kadar evimizi nasıl dekore edebileceğimizi konuşuyorduk, maddi durumumuz pek yoktu ama olabildiğince para biriktirmeye çalışıyorduk. Para gitmesin diye iş arkadaşlarım dışarı yemeğe giderken ben oturup tost yiyordum veya haşladığım patatesi ama onun

SESSİZ KAVGA

Gözlerimi açıp tavana uzun uzun baktığım her sabah biraz daha benden uzaklaşıyor buluyorum beni. Kendime gelebilmek için, yoğun bakımda babamın başında beklerken doktorun bana telkiniyle, gözlerimi kırpmadan minik ekranda sürekli değişen sayıların 70’den aşağıya düşüp düşmediğini kontrol ettiğimi anı düşünüyorum. Eğer aşağıya düşerse doktoru acilen çağırmam gerekirdi. 70’e yaklaştığı anlarda ayağa kalkıp doktora 1 saniye daha erken haber verebilmemin hesaplarını yapıyordum. Babamı çaresizce o yatakta yatarken düşünmek dik durma kabiliyeti kazandırmıştı bana. Şimdi amaçsızca tavana bakınırken kendime gelebilmek için kullandığım acı verici bu sahne bile beni hayata bağlamaya, kendime gelmeye yetmiyordu. Sabah soğuk su ile duş almamdaki ana neden elektrik faturasını yatırmamış olmam olsa da bunu kendime gelebilmek için yapmış olduğum da söylenebilirdi. Soğuk su bedenimde aşağıya doğru akarken ısınıyordu. Ilık suyla duş yapabilecek bir insan için yeterli derecede ısınıyordu hem de. Ay

KARTON KUTU

Elime bir karton kutu verdiler ve bu paramparça olmama yetti. Bir anlam ifade etmedi değil mi sizin için? Anlatmama izin verin o halde. Eşimle ne zaman tanıştığımızı, onu nasıl tavladığımı, onun bilinçaltına inceden inceye girdiğimi hatırlayamıyorum, oldum olası da iyi değilimdir zaten hafıza oyunlarında. Hatta bu konu ara sıra şakayla karışık başlayıp ciddiye doğru giden tartışmalara da neden olur, günlere aydınlık uyanma nedenim, eşimle beraber. Sonrasında hikayemiz pek de farklı değil aslında bir yığın üniversite mezunu genç gibi. Uzun yıllar sevgili kalınan dönem, sonrasında işe giriş, insanları eğlendirmek ve “bakın biz evlendik, hadi hep beraber anlamsızca dans edelim” diyerek kimisinin zoraki kimisinin de gönülden geldiği düğün ve baştan aşağıya düzmenin ne kadar masraflı olduğunu ancak olayların tam olarak ortasında kaldığım zaman anladığım, yeni bir ev için biriktirilmeye çalışılan para. Halimize çok şükür, çokça yardım etti ailelerimiz. Birçok masrafın altına girdiler

BUGÜN SON

Derin olmayan ruhumun yüzeyi katran bağlamış durumda. Hâlbuki babamın tuvalete atmam için verdiği sigara izmaritleri hariç sigara da içmemiştim henüz. 7 yaşındayken de böyle mi hissediyordum, merak ediyorum. Biraz daha iyi anlayabiliyorum üzerinden 11 sene geçmiş halime baktıkça. Bir çocuk vardı, benden neredeyse 2 yaş küçüktü. Lojmanın bahçesinde beraberce oynuyorduk, akranımız gibi davranıyorduk ona da. İlkokula başladığımızda o öylece kala kaldı, ağlayıp zırlayınca ailesine, öyle fındık fıstık niyetine, önlüksüz gönderdiler bizimle beraber okula. Bizden önce okumayı yazmayı sökünce, onu da kaydettiler okula. Annem hep bağırırdı bana, el kadar çocuk nasıl olur da benden önce okumayı yazmayı sökermiş. Okula başlayana kadar her gün çağırdım çocuğun bize gelmesine annem izin vermiyordu. O çocuğu kıskanıyordu, kıskandıkça bana bağırıyordu, bana bağırdıkça kendimi yetersiz hissediyordum. Yetersiz hissettikçe de içime kapanıyordum, arkadaşlarla oyunlara git gide daha az katılıyordum. A

HOŞ GELDİN

Bugün ilk defa elini tuttum. Çocuk gibi olduğumun farkında mısın? Ağzından emziği alınan bir ufaklığın zırlaması gibi ağlayıp zırlayacağımı bildiğim için bırakamadım elini. Hayata tutunma kaynağımı nasıl bırakabilirim ki? Tuttum sıkıca, bırakamadım. Sen ve ben vardı eskiden, şimdi biz olan. Biz demek, bizi oluşturan iki elemandan birisinin sen olduğunu bilmek ne kadar da güzel. Ellerimiz birleşti ve biz olduk, bu kadar basit aslında. Evet, söylemesi kolay ama elde etmesi bir o kadar zordu, bizdik artık. Sabah günlere aydınlık başlama nedenim, dokunmaya, biz olmak için elimi elini değdirmeye çekindiğim, pis dudaklarımla o bebeksi yüzünü kirletmeye korktuğum, tutkuyla bağlanmak için bir ömür boyu beklediğim, kalbimi kalbine teslim ettiğim, gözlerine doya doya bakmaya çekindiğim, ruhunu ruhuma kattığım, ellerinin sakallarımın arasında gezindiğini düşünerek hayaller içerisinde dolanırken birden parmaklarının yüzüme değdiğini hissettiğim, sana dokunamadığımda bir zaman dudaklarının değ

The History of Reading Books*

The period in which I started reading books coincides with the last year of primary school. There was a school trip to the library. We went there holding hands. It was a time of no internet world. Children didn’t sit at home or go to internet cafes. Rather, they played marbles in the streets; turned hula hoop; played pogs to collect more of them, and we played football with kids from back street neighborhoods. The road has just been paved asphalt. The neighborhood used to have an earth road, and it was recently paved asphalt back then. We were madly fond of running after earth movers. Their work was equal to landing on the moon in our eyes. It was just asphalt after all. However, it was so important to me back then that I fell into a trance while watching the vehicle leveling the road, and I couldn’t hear the big truck coming towards me and horning. If it weren’t for a worker pulling me aside on the road, I would have been crushed under the huge truck whose driver hadn’t noticed

ŞEREFE YALNIZLIK

Bunca eğitim almama rağmen topluluk içerisinde konuşmayı, onlara hitap etmeyi hala daha beceremiyorum. Bırakının kalabalıkları, yeni tanıştığım insanların yüzlerine bakmaya bile çekinirim sanki beni yiyeceklermiş gibi. Yalnızlığıma kadeh kaldırdığım o gün de çok utandım konuşmaktan, yutkundum, boğazıma dizilen kelimelere yol verebilmek için bir damla sıvıya ihtiyacım vardı ancak o an havada bekleyen kadeh boğazımdan girmesi gereken ilk sıvıydı ve onu da konuşma yapmadan boğazımdan geçiremiyordum. Çözümsüzlük içerisinde kıvranırken kendimi biraz sarstım, sonsuza kadar bu şekilde durmam olanaksızdı. Sağ kolum havada başladım konuşmaya; Uzakta bir yerde beni beklediğini biliyorum, belki de tam da şu anda aynı anda kadeh kaldırıyoruz birbirimizden habersiz. Belki de sahilde dolanıyorsun, canın mısır çekiyor ve seyyar satıcılardan birisinin yanına yaklaşıyorsun. Hazır közlenmiş mısırlardan istemiyorsun, mısır tanelerine bastıra bastıra en taze, dişlere yapışmayacak mısırı seçtikten

AŞK KARIN DOYURMAZ

İnanın anlatmak isteyip anlatamadığım o kadar çok şey var ki. Bir yandan gözlerimden akan yaşları silmeye çalışırken bir yandan da kendimi nasıl daha da “anlatamam” diye düşünüyorum. Ben kısa kısa birkaç anektot paylaşayım en iyisi. Bugün beni yormayın, aralarındaki bağlantıyı siz toparlayın olur mu? Ben yine anlatamayayım siz yine anlamayın. Başka bir hikâyede sonradan uzun uzun anlatacağım bir kısım var, bu paragraf onun bir özeti olsun. Sevgilisiyle artık evlenmek isteyen, öğretmenliğe yeni adım atmış genç kız, maddi imkanı olmayan müstakbel eşine “Yeter ki aynı çatı altında yaşayabileceğimiz bir yuvamız olsun, ikinci el eşya alırız, gerekirse hiç almayız. Biz bir olalım gerisi hiç önemli değil” demişti. Bunun biraz daha detaylı kısmını ablama anlatmıştım. “Öyle bir dünya yok.” demişti bana, gerçekten de dediği gibi oldu. Kız gitti, oğlan perişan oldu, hastanelerde yattı, gözümüzün önünde eridi bitti. Yardım istediğimiz, sözde çok âşık olan kız sanki bir duvar olmuştu. Ortada b

İNSAN DEĞİL MİSİN?

Hava kararmaya başlarken, bakındığımda benim için hiç tanıdık gelmeyen insanlar, ağaçlar, evler, arabalar el ele tutuşmuş üzerime doğru gelmeye başladı. Dudaklarının arasından bir parça ben aradım ama bulamadım, bene dair tek kelime çıkmadı. Kalakaldım olduğum yerde, nefes alış verişim git gide kesik kesik hale gelmeye başladı. Elimi göğsüme götürdüm, sen yanımdan uzaktayken oksijen bile ciğerlerime dolmak istemiyordu. Bu haldeyken beni gören dostlarımın son zamanlarda çok fazla sigara içiyorsun diyeceklerine eminim. Hâlbuki benim oksijen kaynağımın sen olduğunu, etrafında olmadığımda nefessiz kaldığımı nereden bilebilirler ki? Biraz dinlenmeye, seni hayal etmeye ve tekrar nefes almaya çalıştım. İzlediğim bir filmi sonrasında defalarca izlediğim çokça olmuştur. Her seferinde farklı bir detay dikkatimi çeker ve kendime şaşarım buna nasıl dikkat etmemişim diye. Seni hayal edip nefes almaya çalışırken de her defasında faklı bir detay bulabiliyordum ve bu da bana yaşam kaynağı olmanın

DOĞUM SANCISI

Doğumumun bu kadar sancılı geçtiğini bilmezdim. Yıllar sonra annem ile son defa kurmuş olduğumuz kömür sobasının başında elektriklerin olmadığı bir zaman diliminde konuşurken öğrenmiştim bu gerçeği. Konusu da geçmemişti her nasılsa doğduğumdan beri nasıldı o gün. Ramazan ayının uzun günlere geldiği bir dönem. Annem doğum vakti gelmesine rağmen oruç tutmaya devam ediyor. Sahura kalkmak için saatini kurmuş olmasına rağmen onun sesini duymadan gece yarısı ani bir sancı ile uyanıyor. Bu sefer hissediyor geleceğimi, durmayacağımı o kapalı alanda biliyor. Büyük bir açlıkla, yardım dileğiyle kolunu yan tarafına atıyor, yokluyor yatağı ancak babam yok yanında. O an düşünemiyor babamın o gece nöbetçi olduğunu. Tuvalete gitmiştir, su içmeye gitmiştir diyor ve bağırıyor komşuları da ürkütmemek için kısık bir ses tonuyla. Cevap gelmediğini fark edince ses tonunu biraz daha arttırıyor, sonra biraz daha ve biraz daha. Bir zaman sonra babamın o gece nöbetçi olduğunu fark ediyor. Son nöbetiyd