Kayıtlar

Mayıs, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ANLATAMAMAK

Sözcüklerin arkasına sığ ınmak ne kadar da zor. Kaç gündür seni anlatıyorum ama seni tasvir edemiyorum bile. Evet, saçlardan, gözlerden, dudaklardan bahsediyorum ama senin saçların, gözlerin, dudakların öyle değil ki. Korkuyorum açık açık seni anlatmaya, başkalarının seni bilmesine, bu satırlar senin için demeye, seni seviyorum diye haykırmaya. Hâlbuki sevmek kötü mü ki? Yaşın ilerledikçe aşkın kaybolduğu tamamen yalan. Aşık oluyorsun, seviyorsun, belki yirmili yaşlardakinden çok daha fazla tutku içerisindesin. Ancak aradaki tek fark maalesef biraz mantıklı düşünmeye çalışıyor olmak, etraftakiler ne der korkusuyla yaşamak, dizginleri koy verememek. Şu anda yaşama heyecanımın seni bir kez daha görebilmek ihtimali olduğunu söyleyebilmeyi, içimin, aşkı keşfetmeye başlamış ilkokul çocuğunun, dansa davet oyununda sıra kızların ayağına gitmeye geldiğinde ismini bilmediği bir duygu ile sürekli ona gitmesi, kızlar erkeklerin ayağına giderken sıra o kıza geldiğinde kendisine gelmesini bekl

HASTALIK

Bugün senin için afilli cümlelerim yok be kız. Özledim seni. Bir an gördüm sadece seni ve aşık oldum. Bir nedene ihtiyacım da yok zaten. Daha önceden hiç aşık olmuş muydum acaba? Sanmıyorum. Tıpkı şimdiki gibi hastalıklı hissetmemiştim daha önceden. Fotoğrafına baktığım bir an ateşleniyorum, havale geçiriyor gibi hissediyorum, soğuk suyun altında duş alıyorum. Vücudumun ısısı dengelenecekken üzerimden akıp giden su ısınıyor, öylece karışıyor kanalizasyona. Küresel ısınmadan bir miktar da sen sorumlusun, ısıtıyor senin bakışların bedenimi, ben de dünyayı. Sesini kulaklarımda duyduğum bir an başım dönüyor, düşecek gibi oluyorum, boşlukta hissediyorum kendimi. Ellerini arıyorum ama göremiyorum, senden başka beni ayakta kimsenin tutamayacağını biliyorum. Biri vardı ve o da sensin beni ayakta tutabilecek. Uyuyamıyorum günlerdir, uykuya yenik düşüp de bir an senin yüzünün zihnimden gitmesini istemiyorum. Bir ömür boyunca bir sanat eserine bakıp yaşayabilir mi insan? Zihnimdesin

UYKUSUZ

Sesim ayrı bir neşeli çıkıyor bugün. Ara sıra olur ya, nedenini bilmediğiniz bir enerjiklik hissedersiniz, ondan çok öte bu. Heyecanımın dışa yansımasına ilk defa bu kadar çok sevindim, “sesin ne kadar mutlu geliyor” dedi, telefonun diğer ucundaki ses, “bölüm değiştirme heyecanı değil bu, başka bir hava var sende, seviyor musun yoksa?” dedi, iş yerinde bölüm değiştirdiğimi bilmesine rağmen bendeki mutluluğun bununla doğrudan bağlantılı olmadığının farkında olan iş arkadaşım.    Dün akşam gözümde bir gram uyku yoktu nedense, yatağa girip debelenmek de istemedim. Işıkları kapattım, bir mum yaktım ve öylece seni düşündüm. O an senin neler yapıyor olduğunu hayal etmeye çalıştım.    Gecenin o saatinde uyumaya hazırlık yapıyor olabilirdin. Diş hekimlerine “senin gibiler bizim işlerimizi köreltir” dedirtebilecek kadar düzgün, nizami, beyaz, dolgudan, köprüden eser olmayan dişlerine akşam bakımı yapıyor olabilirdin. Tenin kadar temiz olamayan, keşke değdiğimiz her ten sen olsan, bizi

KEŞKE

Hayatım boyunca kendimden bu kadar nefret ettiğim başka bir zaman olmadığından eminim. İçimde biriken sevginin sana ait olduğundan da o kadar eminim ki sana ne kadar aşık olduğumu anlattım. Kendimden nefret etme nedenim de tam olarak bu işte, sana aşık olduğumu, sana değil de başka birisine anlatmam. Oysa ki yanına gelebilsem, mutluyken, kokulu kağıt koleksiyonuna yeni bir parça katan ilkokul çocuğu gibi neşeyle bakan gözlerine, o gün tüm misketlerini sokakta iki katına çıkartmış çocuk gibi sevinçle bakabilsem. Çok içten güldüğünde, yanağında bebek kalbinin heyecanlı yansımasını gördüğüm, zoraki güldüğünde neden dünyaya geldim diye ağlayan bebeğin hüznünü simgeleyen belirli belirsiz gamzene, kazı sırasında yeni bir yaşam belirtisi bulduğuna inanan arkeolog edasıyla hızlıca ancak hassas biçimde dokunabilsem. Annesinin yaptığı yemeğin kokusunu daha sokak kapısından alan, apartman merdivenlerini çıkarken git gide dolgunlaşan kokuyu evin kapısından içeri girer girmez tamamen içine çek

YAPBOZ

Seni gördüğümden beri kendimden uzaklaşmanın yollarının arar oldum zira kendimle kaldığımda, sadece kısa bir an odaklanabildiğim gözlerinin ruhumda yarattığı tahribatın katlanılmaz acısına göğüs gerebilecek durumda değilim artık.   Önceleri her boş anımda kitap, gazete, prospektüs, çamaşır suyu kutusunun arkasındaki uyarılar, çubuk kraker poşetinin üzerinde yazan minik minik içerikler, lego kutusunun üzerinde yazan, ait olduğu şehre dair bilgilendirmeler, filtre kahve kağıdının üzerindeki detaylar, makarna paketinin üzerinde yazan pişirme önerileri, matkap kutusunun üzerinde iliştirilmiş kullanma kılavuzu… Bana ait olmayan ne varsa okudum, onları yazanların, yapanların hikayelerini, ben olsam nasıl yapardım edasıyla. Benden uzaklaşmaya çalışırken yine bene dönüyordum her seferinde, kendimden uzaklaşamadığım için de yine sen beliriyordun zihnimde. Okumanın bana bir faydası olmadığına kanaat getirdim.   Sonraları televizyon izleyeyim dedim. Onlarca kadın programlarını, su

YANIK

Baktığım yerde seni görememenin ne demek olduğunu anlayabilmeni, kat kat kesilmiş, en uzunlarının göstermekten keyif aldığın omuzlarının üzerine gıdıklar gibi dokunduğu kumral saçlarına dokunabilmeyi ne kadar istediğimi, başkasında olsa ne eğreti duracak ama senin keskin köşeli, gayet ciddi, bununla birlikte gülümsediğinde ciddiyetinle beraber yağlarımı eriten gülümsemene sahip dudaklarının üzerindeki hafif kemerli burnundan çıkan sigara dumanını içime çekmeye çalıştığımı, sadece nemlendirici kullandığın ki zaten senin dudaklarına uygun bir ruj rengi bulunduğunu düşünmüyorum, dudaklarının arasında çıkan her harfi durabilmek için hayatta sadece sen varmışsın gibi can kulağıyla seni dinlediğimi bilmeni ne kadar da çok isterdim. Nereden bilebilirsin ki, tüm renklerden daha manidar siyah gözlerinin içerisine bakmaktan ateşle tanışan çocuk gibi korktuğumu. Bana doğru dönük olduğun her sefer sana bakmak istedim ama dönemedim, sana yakın olan sol tarafım yandı, o zaman anladım ben de ate

KARANLIK

“Karanlığın bu kadar siyah olduğunu daha önceden hiç bu denli fark etmemiştim. Evdeyken odamın kapısının penceresinden gelen ışığı mat levha ile kapatmaya çalışmıştı babam. Ama ne mümkün, o levhanın kenarından sızan ışık huzmesi o zaman kapkara zannettiğim geceyi aydınlatıyor ve beni rahatsız ediyordu. Karanlığın bu kadar siyah olduğunu daha önceden hiç bu denli fark etmemiştim. Yurttayken açık oda ışığından rahatsız olmamak için gece uyurken uyku bandı ile kapatıyordum gözlerimi. O öğrenci halimle gidip en kötüsünü mü aldım bilmiyorum ama istediğim gibi değildi o karanlık, rahatsızlık veriyordu bandın kenarından gelen az miktardaki ışık bile. Karanlığın bu kadar siyah olduğunu daha önceden hiç bu denli fark etmemiştim. Sahilde güneşlendiğim nadir zamanlarda şemsiye gözlerim kapalıyken etrafın aydınlık olmasına hiç etkimiyordu. Tepemdeki güneş sanki gözlerimin içindeydi. Mahvediyordu beni o ışık, rahatımı, konforumu bozuyordu. Karanlığın bu kadar siyah olduğunu daha öncede

YAŞA BEBEĞİM

İtiraf ediyorum ki kardeşlerime nazaran el bebek gül bebek yetiştirildim. İlk göz ağırlarıydım annemin ve babamın. Birkaç defa ölü doğmuştu yüzlerini hiç görmediğim ablalarım ve abilerim. İlk defa ben ağlayarak gözlerimi açtım hayata, ilk defa ben onlara anne, baba dedim. İlk defa ben okuma yazma öğrendim. Ondandır okutulmayan kızlarla doluyken her bir yan, ben okula gönderildim. İyi ki de gönderildim. Kolay mı öğretmen olmak, el işi öğretmeni oldum. Okulumu bitirince döndüm köyüme ve genç yaşlı demeden kadınlara bir yığın figür öğrettim, el emekleri göz nurlarını daha da parlattım. İlk olmak iyidir iyi olmasına da tecrübesizliktir de aynı zamanda. Senin üzerinde denenir, hatalar senin üzerinde yapılır ve daha sonra diğerlerine daha güzel bir hayat sunulur. Nankörlük ediyor değilim, ailem benim için de çok uğraştı ne var ki bu, yaşadıklarımın canımı yaktığını, saçlarımın bu kadar çabuk beyazladığı, sürekli bu kadar gergin ve korumacı olduğum gerçeğini değiştirmez. O zaman yaşa

KANDIRMACA

O kızla buluşmayı isteme nedenimin ne olduğunu bilmiyordum. İçimdeki boşluğun bir biçimde dolmasını istediğimi biliyordum ama bunu onun nasıl yapacağına dair bir fikrim yoktu. Taksim’de Burger King’in önünde, arkadaşını, sevgilisini ya da her kimi bekliyorsa orada bekleyen onlarca kişi arasında ben de vardım o gün. Ne kadar da uzun zaman olmuştu birisini beklemeyeli. Saatime baktım, buluşmayı yarım saat geçirmişti. Hâlbuki bu ilk buluşma, insan dikkat etmez miydi? Ben buluşmaya yarım saat önceden gelmiştim ama o henüz ortalarda yoktu. Bir an oradan ayrılmayı düşünmedim de değil ama mutlaka geçerli bir nedeni vardır diye düşündüm. Acaba aynı tepkiyi sevgiliyken gösterir miydim bilemiyorum. Bekletilmekten oldum olası nefret etmişimdir. Muhtemelen o günün yüzü suyu hürmetine yine de sesimi çıkartmadım. Karşıdan bana doğru geldiğini fark ettim. Bana önceden bahsetmiş olduğu kısa kızıl saçlarıyla gelirken ona nasıl hitap etmem gerektiğini bilemedim. Nasıl olmuştu da o ana kadar düş

BİR CÜMLE TEFSİRİ

“Arkadaşım Canan’a çok kızmıştım, benden izin almadan suyumu içmişti. Ona çok sinir olmuştum” Onu gördüğü için ne kadar mutlu olduğunu anlatamaz size. Düşünsenize hayattaki en büyük amacı biriktirdiği misketleri daha da arttırmak olan 10 yaşındaki çocuk onu gördüğünde bir torba misketi olduğu yerde öylece bırakıp onu daha çok görebilmek için koşa koşa sokağı diğer taraftan dolanıyor ve de önüne çıkıyor. Onu görüyor, yanından geçip giderken, hayat yavaşlıyor, yavaşlayan hayatla beraber o adımlarını iyice yavaşlatıyor ve neredeyse duruyor. Kokusuyla kendinden geçiyor, kokuyla bir insan nasıl sarhoş olabilir ki? Aşkın şarabını içtiğini o çocuk nereden bilebilir ki? Eve döndüğünde misketlerini soran annesine, “bir arkadaşa verdim” diye yalan atıyor. Çocuğundaki garipliği anne fark ediyor aslına bakılırsa, yaşama odağı olan misketleri nasıl oluyor da bir çırpıda başkasına verebiliyordu. Önce serserilerin elinden zorla aldığını düşünüyor, çocuğunun suratına bakıyor. Ke

ÖĞRENMEYİN ZATEN

Gelişini ilk defa bu kadar kaygıyla karşılıyorum. Bir yandan onu görmek için sabırsızlanıyorum, ne kadar büyümüş olursa olsun o benim evladım ama diğer yandan onun ne kadar bitkin olduğunu görmek de istemiyorum. Belki de ilk defa kendimi karmaşanın içerisinde bu kadar büyük bir çıkmazda hissediyorum. Oğlum 4. kattaki evimizin basamaklarını şu an çıkıyor. Oldukça yavaş çıkıyor olmalı, şimdiye kadar gelmiş olmalıydı, ayak seslerini de duyamıyorum. Yavaşça kapıdan merdiven boşluğuna doğru eğiliyorum. Sanki sürünerek çıkıyor yukarıya, sessiz sessiz, bir salyangoz gibi ağır ağır. Sonunda karşımda beliriyor, bana bakıyor. Gözlerini görüyorum ama bana bakıp bakmadığından tam da emin değilim. Öylece karşımda duruyor. Her zaman derim ona, böyle kendince çaktırmamaya çalıştığı ama sık bıyıklarının altından kocaman görünen gülüşü yüzüne farklı bir yumuşaklık farklı bir kimlik katıyor. Onu o şekilde gören birisi, yüzü somurtkanken görse tanımayabilir de. Öyle bir gülümsüyor, gülümsemeye ç

THE DANCE MATTER*

If I claim that my family raised me carelessly, I would be unfair to them. Rather, I was raised as most families would like their children to be. I was easy-going, well-behaved, uncomplaining, and I used to listen to reason at the first instance. I recall that one day I craved for the Simit of a street vendor; notwithstanding, my mother warned me that, “Those are dirty, you cannot eat them! Then, I asked my mother that, “Those are dirty, and I cannot eat them, can I?” I also asked my mother after we got back from our visit that, “I didn’t misbehave mother, did I?” Thus, I could learn that I was making my mum proud. I used to just lie still in my cradle without clamouring. When I think of my childhood years, it occurs to me that being so neat, calm and quiet is not such an accurate thing. Whether you like it or not a person who is so supressed under an organized life couldn’t be expected to have high esteem. It is typical of a person who grew up like the way I narrated to express h