MUTLU ÖLÜM


Uzun süredir beni bir metin üzerinde çalıştırıyorlar. “Allah’ın emri” ile başlayan bir cümle, içinde iki tane de isim geçiyor. İsimlerden birisi, en küçük evladıma ait ancak diğer isim sürekli hafızamdan çıkıyor, metindeki diğer süslü kelimeler gibi.  

Yaşımı merak ediyorsunuzdur, daha bir cümleyi aklına tutamayan bu adam kaç yaşında diyorsunuzdur belki kendi kendinize. Şöyle ifade etmeye çalışayım; ben çocuklarımı kış aylarında soba yanan tek odada yeşil leğen içerisinde yıkardım, suyla oynamaya çalıştıklarında etrafa su sıçrattıklarını gördüğümde açık mavi tonlarındaki maşrapayla omuzlarıyla kafaları arasındaki bölgeye hafifçe dokundururdum. Ense tıraşım geldiğinde veya kulak kıllarımın alınması gerektiğinde bunun için berbere gitmezdim, eşim alırdı. Çocuğumu saç tıraşına götürdüğümde, “saçını da yıkayalım mı abi?” diye soran berbere, hemen duşa girecek zaten deyip saçlarını yıkatmazdım masraf olmasın diye ki bu soruyu ilk defa sorup yanıtını alan berber de tekrar tekrar bu soruyu sormazdı. Ben askere giderken iktidarda… 


Unutuyorum, bir an geliyor, zaman ve mekândan bağımsız olarak, boyutsuz bir biçimde kalıyorum öyle. Etrafımdaki yüzler tanınırlıklarını yitiriyorlar. Bunun için doktora götürdüler beni, benden yalnızca birkaç yaş küçük olmasına rağmen, onlarca yaş küçük gösteren eşimle, yaşam enerjisini, tutkusunu annesinden alan bana iki tane, hem de bir erkek bir kız torun veren kızım. Hastalığımın ismini telaffuz etmekte zorlanıyorum, dönmüyor dilim, alzahimmer mi, alzanhaymer mi ne, öyle bir şey, anladınız ne olduğunu, başlangıç seviyesini geçmişiz biz doktora gidene kadar. Zaman içerisinde daha da ilerleyecekmiş ancak bu ilerlemeyi yavaşlatabilirlermiş. Geçen gün diğer kızım geldi beni görmeye doğduğundan el kadar, haftalarca yoğun bakımda kalan, şimdi ise normalleşmeye başlayan bebeğiyle beraber. Torunumun kokusunu içime çekerken aklımda… 

 

Metni defalarca tekrarladım, kaç defa okuduğunu bilmiyorum. Artık tamamıyla zihnimde, bir seferde söyleyebiliyorum. Evde bunun tekrarını yaptım, kızlarım, damatlarım, torunlarım ve eşimle beraber. Oğlumun yanında bunu söylemek istemedim, benim bu halime çok fazla şahit olmasın diye, onun bu güzel gününde, bu özel cümle anlamını yitirmesin diye. Defalarca, herkese söylenen sözler zamanla anlamlarını yitirmezler mi? Arabaya binip yaklaşık iki saat boyunca yolculuk yaptık kız isteme merasimine giderken. Yolda birkaç defa nereye gittiğimizi unuttum, kimseye sormadım, kimse de benim o halimin neden kaynaklandığını anlamadı. Kafamı karıştırmak istememelerini anlayabiliyordum. Biliyordum ki… 

 

Unutmak düşündüğünüz kadar kötü değil. Hayatta geçirmiş olduğunuz hüzünleri hatırlamıyor olmak bazen ilaç gibi bile gelebiliyor. Örneğin rüyalarımda sık sık gördüğüm annemi, pencereden düşerken gördüğüm bir kabus gecesinden birkaç gün sonra, doğru düzgün aracın, yolun olmadığı bir zamanda trafik kazasında kaybetmenin acısı, bundan on gün sonra da ilk evladımı kucağıma almanın mutluluğuyla beraber, yaşanan duygu karmaşası, unutmak istediğim bir zaman dilimine tekabül eder. Şimdi gülerek andığım, ama zamanında ruhumda çok fazla tahribat bırakan evlilik öncesi eşimle beraber yaşadığım kavgaları unutmak da çok kötü değil. Unutmak istediğim bir zaman dilimi de… 

 

Bir an önce konuya girmek istiyorum, unutmaktan korkuyorum tek oğlum için çok önemli olan o cümleyi. Cümleye gireceğimi düşünen kızım frenliyor beni. Oğlumun arkadaşları evin dört bir köşesinde ortamı neşelendirmeye çalıyorlar. Bir uğultu var evde, zihnim kararmaya başlıyor, kim ne diyor duymuyorum. Kızımın markajından bir an kurtuluyorum, kahveler girmeden söze başlıyorum. Bir an için kimse ne olduğunu anlamıyor ve erkeğin babası konuşmaya başladığı için herkes susuyor. Bir seferde cümleyi bitiriyorum, herkes zamansız söze girişimden dolayı garipsemiş duruyor ancak yadırgamıyor. Görevimi yerine getirmenin mutluluğu ile koltuğuma yayılıyorum. Kahveler geliyor, oğluma özel tuzlu kahve geliyor. Yüzükleri takıyoruz, kurdeleyi kesme görevini bana veriyorlar. Birkaç cümle söylesem mi diyorum, sonra korkuyorum yarıda kalmasından, susuyorum. Hızlıca kesip yerime oturuyorum. Oğlumu mutlu görmek beni… 

 

Hayır, hayır, bu an aklımdan çıkmamalı. Kızım yanıma geliyor, bulunduğum zaman dilimi içerisine dönmem için bana bir şeyler anlatıyor. Bir süre sonra kendime gelebiliyorum, nerede olduğumun farkındayım. Yanıma birileri gelip gidiyor, benimle sohbet ediyorlar. İsimlerini hatırlamadığım ama oğlumun dostlarını olduğunu düşündüğüm iki çocuk geliyor yanıma, sağıma soluma oturuyorlar. Birisinde kırmızı bir kravat var, diğeri ise dudakları görünmeyecek kadar sakala karışmış durumda. Benimle sohbet ediyorlar, ben de konuşmaya çalışıyorum. Birlikte hamama gideceğimizden konuşuyorlar, daha önce de gitmişim ama onu hatırlayamıyorum. “Artık ölebilirim, bu günleri gördüm ya” diyorum. Mutlu ölümün var olabileceğini hiç düşünmemiştim. Sanki bir kitap ismini… 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN