YAPMAK İSTEDİKLERİM


Hayatım yapmak isteyip de yapamadıklarımla dolu. Bunlar için zamanın hiçbir zaman yetmeyeceğinin de farkındayım. İşin ilginci yaşlandıkça, hayal gücüyle ters orantılı olarak yapmak istediklerim de artıyor. Yani daha çok küçük yaşlarda yapmak isteyip yapamadıklarımla beraber yaşamayı öğrendim. 

İlkokuldayken en büyük hayallerimden birisi okul kantininde simit satmaktı. Öğrencilere sorumluluk kazandırmak ve onların bedava iş gücünü kullanmak için yapılan bir uygulamaydı eskiden. Öğrenciler için ise herkes tarafından tanınma ve popülerlik sağlama fırsatıydı. Sınıflardaki başarılı öğrenciler seçilirdi bu iş için. Neden böyle olduğuna dair hiçbir fikrim yok zira demir bin liraları onarlı şekilde üst üste dizmesi gereken sınıfın en başarılı öğrencisinin bunu beceremediğini öğrenmiştim bir üst sınıftaki abiden. İki tane beşinci sınıf, iki tane de dördüncü sınıf öğrencisi olurdu ve kıdemliler diğerlerini yetiştirirlerdi. Yani dördüncü sınıfta seçilmediysen şansın yoktu artık. Hiçbir zaman başarılı bir öğrenci olamadım, seçilemedim. O başarılı görünüp başarısız olan inek öğrencilerden çok daha verimli bir biçimde çalışabilirdim orada, benim hayalimdi, erişemeyeceğim bir hayalim.  

İlkokullarla ortaokulların birleşmesinden bir önceki sene ilkokuldan mezun olduktan sonra başka bir okula geçtim ortaokul için. Okula erken gitmemiş olsaydım aynı okulda kalma şansına erişecektim, daha çok arkadaşım olacaktı ki bu da biraz sonra anlatacağım hayalimi gerçekleştirmeme yardımcı olacaktı: sınıf başkanı olmak. Başkan olmak gözde olmaktı, öğretmenin sağ okulu olabilmek, sabah sınıf defterini müdür yardımcısının odasından alabilmekti. Ara sıra sınıf başkanları toplantısına katılıp dersten kaytarabilmekti. Öğretmen sınıfa gelmeden önce yoklamayı almak, öğretmene tekmil verebilmekti. Bazı hayır kurumları tarafından yardım toplamak için verilen içi boş zarfları, aileleri tarafından doldurulmak üzere öğrencilere dağıtabilmekti. Aday oldum ortaokulun ilk senesinde başkan olabilmek için. Benden başka gönüllü aday da yoktu. Öğretmen “böyle olmaz, en az 3 aday olmalı” deyince, kendisi 2 aday daha belirledi. İlkokul bittikten sonra araya bir yaz girer ve ortaokula başlayınca artık parmak değil de el kaldırırdınız. Oylama da el kaldırma usulüne göre yapıldı. En fazla oyu alan başkan, ikinci sıradaki ise başkan yardımcısı oldu. Gönüllü aday bendeniz ise bir şey olamadan hayal kırıklığı içerisinde kara tahtanın önünden sırama doğru gittim. 

‘Öğretmenim’ den ‘hocam’ a geçtiğimiz lise yıllarında en büyük hayalim okul futbol takımında kaleci olarak yer almaktı. Ders zamanı antrenman yaparak resmi bir biçimde dersten kaytarabilirdik. Farklı şehirlere maç yapmaya giderek hem dersten kaytarmakta boyut atlayabilir hem de yeni yeni şehirler görebilirdik. Oradan alınacak bir kupa ile de okulda kahramanlar gibi karşılanabilirdik. Cuma günü okul çıkışında İstiklal Marşı öncesinde müdür bizi merdivenlerin başına davet ederek bizlerle ne kadar gurur duyduğunu anlatabilirdi.  Aslında basketbolu çok daha fazla seviyordum ancak ekibin çok kuvvetli olduğunu ve takıma giremeyeceğimi bildiğim için seçmelere katılmamıştım. Futbolda da ekip güçlüydü ancak kale çok tercih edilen bir pozisyon olmadığı için şansımın yüksek olacağını düşünmüştüm. Hem futbol hala daha en popüler spordu. Düşünsenize, ergenlik döneminde okul takımında oynamak ne kadar da havalıdır. Seçmelere girdiğimde şansım yine sınıf başkanlığındaki kadardı. 3 aday vardı, birisi as, birisi de yedek olmak üzere 2 kişi seçilecekti. Bilin bakalım ben bu fotoğrafta neredeyim?  

Ailenin yanında ayrılıp yarı bağımsızlığımı ilan ettiğim üniversite zamanında ise bambaşka bir hayalim vardı: Kültür sanat kulübünde yazar olmak. Aylık çıkarılan bir dergi vardı ve burada çeşitli başlıklar altında makaleler oluyordu. Bir kulüpte aktif olarak yer almak “entel” görünmek, yeni arkadaşlar edinmek, şenlik zamanı stand açıp kulübe yeni üyeler kazandırmak, gerektiğinde dekanla, rektörle toplantılar yapabilmek, bir arkadaş grubunda konuşurken böbürlenebilmek demekti. Üye oldum, toplantılara hep gittim, her ay bir yazı yazdım. Hiçbir yazım yayımlanmadı. Her ay yeni bir yazı yazdım, olmadı. Son aylar yazdığım bir yazıyı düzelte düzelte gönderdim, yine olmadı. Yaklaşık 1,5 sene sonunda yeteneksiz olduğumu ve benim yazdıklarımı yayımlamayacaklarını anlayınca kulüpten ayrılmaya karar verdim.

İşe başlayıp kendi paramı kazanmaya başladıktan yani tam bağımsızlığımı ilan ettikten sonra, diğer bir ifadeyle açlıktan nefesi kokan üniversite öğrencisinden, plazada çalışan takım elbiseli bir beyaz yakaya dönüştüğümdeki en büyük hedeflerimden bir tanesi ahşap maketlerden yapıp bunları sosyal medya hesaplarımdan paylaşabilmekti. Eskiden beri isteğimdi bu ancak bunun için sermaye gerekiyordu ve tam bağımsızlık olmadan bunun üzerine yönelemezdim. Parası neyse verdim, bir yığın malzeme aldım, internetten onlarca video izledim ancak başaramadım. Beceriksiz birkaç girişimden sonra vazgeçtim. 

Bunlar gibi daha yüzlerce başlık sayabilirim yapmak isteyip yapamadıklarıma dair. 30 yaşıma girdikten sadece bir hafta sonra bir film şeridi gibi geçti bunların hepsi gözümün önünden. Neredeyse tamamında “görünür olabilme” teması hakimdi ve şimdi bakıyorum da üzerinde çalışsam, en azından yukarıda belirttiğim yapmak isteyip de yapamadıklarımı mutlu sonla tamamlayabilirdim. 

30. yaşımın sekizinci günü ona görünür olabilme teması hakim oldu tüm bedenime. Hayallerimin en büyük parçası haline geldi. Bir de baktım ki yapmak istediklerimin hepsinde o var. Çocukluk, ergenlik, delikanlılık çağlarında kendimde bulamadığım o uğraşma enerjisini şimdi onunla beraber yapmak istediklerimde kullanıyorum.  

Onunla beraber son nefesimi verirken yapmak isteyip de yaptığım binlerce hedef olacağından eminim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN