Burger King'i Sevme Nedenim


Oda Kule’nin oradaki kapalı otoparka arabayı uzun bir uğraş sonu park edebildikten sonra caddeye İstiklal Caddesi’ne doğru yol aldım. O gün iş yerimden arabayla dönerken yine her zamanki arkadaşlar vardı yanımda. Eğer arabayla İstanbul’a dönüyorsam onlara da haber verirdim, yolda sohbet ederdik. Dalga geçerlerdi benimle, servisin bekleme süresi olan 15 dakika haricinde bir avantaj sağlayamadığımdan, servisin bize selektör yaptığından, bizden önce varış noktasına gittiğinden konuşur, takılırdık birbirimize. O gün ilk defa “helal olsun be koçum” dediklerini anımsıyorum zira hızlı gidiyordum. Hız yapmanın övünülecek bir mevzu olmadığını elbette biliyordum, ancak bilinçsizce ayağım gaz pedalının sonuna kadar gidiyorsa ne yapabilirdim ki? Şanslıydık, ölmedik o gün.

Arkadaşları bıraktıktan sonra, aşırı hızdan kazandığım fazladan yalnızca 10 dakikayı da arabaya park yeri aramakla geçirince sinirlerim bozulmadı değil. Nihayet minik arabaya, minik bir yer buldum ve hızlıca kapalı alandan kendimi çıkartabildim.

İstanbul o gün yeterince ağlamıştı. Üstünde hem baharında hüznü, hem de ağlama sonra mahmurluğu ve yorgunluğu vardı. Gök yüzünde yıldızları tek tük görebiliyordum, aynada kendi yüzüne bakıyordu İstanbul, çilleriydi yıldızlar yüzündeki. Ay ise kendisini tüm çıplaklığıyla gösteriyordu, bembeyaz yüzüydü bu onun. İstanbul kendisini sevdi öylece…
 
İnşaat halindeki Yapı Kredi Yayınları’nın oradan geçerken gülümsedim kendi kendime, ne kadar da vakit geçirmiştim orada. Üniversitedeyken eğer bir kızdan hoşlandıysam onu mutlaka oraya götürürdüm, kitapların arasında vakit geçirirdik. O kitaplara bakarken ben öylece onları süzerdim, kitaplara nasıl dokunduklarına, ilk neresine baktıklarına, kapağını nasıl açtıklarına, sayfalarını nasıl çevirdiklerine dikkat ederdim.

Kitabı eline aldıkları ilk an, yabancı bir insanla ilk tanışma gibidir. Bazen bilemezsin yalnızca elini mi uzatmalısın, sadece gülümsemekle mi yetinmelisin yoksa yanak yanağa mı gelmelisin. En güzeli raftan alınca kitabı iki elinle birden onu hissetmektir, en samimisi budur bir kitapla tanışmanın, saygını gösterirsin yazarına bununla beraber belki de binlerce kilometre uzaktaki yazar da hisseder tanışmanın o sıcaklığını ve gülümsemek veya sadece el sıkmaktan ziyade yanak yanağa da gelirsin yazarla hatta daha da güzeli sarılırsın.

Dost başa düşman ayağa derler ya hani, kitabın ilk neresine baktığında önemlidir. Dost musun yoksa düşman mı? Sadece sayfa sayısıyla mı ilgileniyorsa yoksa fiyatıyla mı? Kapağı dikkat çektiği için mi
ilgileniyorsun yoksa çok satanlarda gördüğün için mi? En güzeli ön kapağa çok fazla takılmadan, kitabın rastgele bir sayfasından rastgele bir cümle okumaktır. Eğer o cümle seni yakalıyorsa o kitabı almalısın zaten. Okuman gereken kitap cümle cümle seni içine hapseder, eğer bir kelimesinden bile seni etki dışında bırakıyorsa o kitap zaten okumaya değmez.

Bu arada kitabı nasıl açtığı, o rastgele sayfayı nasıl bulduğu da önemlidir. Eğer kitabı açmayı, bir bebeğin altını değiştirme hassasiyetinde gerçekleştiriyorsan bu senin ne kadar hassas, emeğe ne kadar saygılı olduğunu gösterir. Kitabın sayfalarını alelacele çevirirsen, yapraklarında tükürük izi bırakırsan, bu her zaman tiksintiyle baktığın sokağa tüküren kişilerden farklı yapmaz, yazara saygı göstermelisin.

Bunlar ışığında izlerdim, eğer hoşuma giderse kitaba davranışları, bir de elleri Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan”’ına giderse onlarla sevgili olurdum. Kimi sanatçılar vardır ölümünden sonra kıymetleri anlaşılan, belki de eserlerinin anlaşılması için ölümü beklenen, Sabahattin Ali de onlardandır. Zamanında vatan haini, şimdilerde ise özellikle “Kürk Mantolu Madonna” ile çok satanlarda. Benim bahsettiğim zaman dilimi ise bundan yıllar önce, o zaman daha popüler değil, çok satanlarda göremezsiniz. İnsanın kendisiyle yüzleşmesini anlatır “İçimizdeki Şeytan”, sorumluluğu nasıl da üzerimizden attığımızı, nasıl kaçamak dövüştüğümüzü. Kendi kendisiyle dalga geçmesidir aynı zamanda bu kitap ki eğer bir insan kendisiyle yüzleşip dalga geçebilecek seviyede ise o insandan zarar gelmez. O kitabın ışığına kapılıp, sayfalarını güzelce aralayıp, onun içerisinden bir cümle ile kitaba aşık olabilen birisi benim sevgilim olmalıydı.

Bunun için belki de hiç sevgilim olmadı. Evet, hoşlandığım kızlar oldu, onları buraya getirdim ama hiçbiri ne kitaplara saygılı davrandı ne de o kitabı eline aldı. Eğer bir kızdan fazlaca hoşlandıysam ona biraz bahsederdim Sabahattin Ali’den ve bu kitaptan, pek ilgilenmez görünürse soğurdum. Hepsinden soğudum. Ara sıra arkama baka baka inşaat gözden kayboluncaya kadar orada geçirdiğim vakitler öylece geçti zihnimden.

Saatime baktım, arkadaşım gelmiş ve beni bekliyor olmalıydı. Adımlarımı hızlandırmam gerekiyordu, içerisine girdiğim girdaptan çıkıp silkinip kendime geldim. Kafamı, sağlakların aksine sağ koluma taktığım kol saatimden kaldırdığımda caddeye diklemesine uzanan bir sokağın sonundaki küçük bir mekan çarptı. Sarhoşluk duygusunu ilk tattığım yerdi orası.

Çapkın olduğum söylenemez ancak yine de hatırı sayılır sayıda kızla beraberliğim olmuştur. Her ne kadar hiçbiriyle resmi olarak sevgili olmasak da vakit geçirirdik beraberce. Nasıl vakit geçirmeye başladığımıza, onları Yapı Kredi Yayınları’na nasıl götürdüğüme dair ise bir fikrim yok, doğal seyrinde akıyordu, sıradandı sanki bunlar. Sıradan olmayan ise hayatımda ilk defa aşık olmamdı.

Bir öğrenci dergisi tanıtımı vesilesiyle önce internetten tanışmıştık, dergiyle ilgilendi ve bir nüshasını almak istedi. Ben de buluşma teklif ettim, kabul etti, aynı kampüsteydik nasılsa, hem öğle yemeği yerdik hem de dergiyi verir, dergi hakkında konuşurduk. O beni beremden tanıyacaktı, ben ise onu siyah uzun montundan tanıyacaktım. Yemekhanenin önünde öylece onu beklerken bana uzaktan geldiğini görünce önce görüntüyü netleştirmek için gözleri kıstım, o mu emin olmak istedim, sol kolunu kaldırıp, gülümseyip bana doğru hızlı adımlarla gelmeye başlayınca o olduğundan emin oldum. Emin olduğum başka bir konu ise, attığı her adımda beni titretmesi, gözümde git gide büyümesi, kalbimi önce boğazımda, sonra ağzımın içinde, sonrada onun ellerinde görmemdi. Gözlerim fal taşı gibi açıldı, nabzım atmıyordu, nefes alışverişi yoktu, kalbim ondaydı. Ben yaşamıyordum, sadece aşıktım. Başkasına aittim artık, her ne kadar onun bundan haberi olmasa da.

Ağzından ilk hangi kelime çıktı, tokalaştık mı, ben konuşabildim mi, dergiyi verdim mi, yemek yedik mi, telefonlarımızı alıp verdik mi, benim adım neydi? O gün ayrıldıktan sonra bir müddet bunları düşündüm. Kulaklarımı tıkamak istedim her ne kadar ne söylediğini hatırlamasam da onun sesinden başka ses işitmemek için. O hoşlandığım bir kız değildi, bunun içindir belki de Yapı Kredi’ye onu hiç götürmedim, bırakın orayı, bir daha görmedim bile. Belki de gerçekten böyle bir buluşma hiç olmamıştı. Rüya bile olsa bana yaşattığı hissiyatın derinliği karşısında sarhoş gibiydim. Bir müddet o şekilde dolaştım. Sonra kendimi vakit geçirmekten çok hoşlandığım bu caddeye attım. Gece olsa belki de damsız almayacakları o mekana girdim. Hayatımda ağzıma alkolü ilk defa 22 yaşımda o gün aldım. Benim için önemliydi alkol tüketmemek, defalarca bara gitmiştim, arkadaşlarım türlü türlü içki içerken ben vişne suyu isterdim şarap kadehinde. İlkler önemlidir, ilk defa aşık olmuştum ve ilk defa içki içmiştim. Benim için çok önemliydi, sonra yine gittim oraya, gündüz vakitleri kendim, geceleri ise kızlarla ama hiçbir zaman o kadar sarhoş olmadım. Beni sarhoş edenin alkol değil, ona duyduğum aşk olduğunu öğrenmem uzun bir süre aldı. Aradan neredeyse on yıl geçmesine rağmen hala daha aynı duyguları hissederim orayı görünce.

Kızları kıskandıracak cinsten uzun kirpiklerime değen su tanelerinin göz yaşlarım değil de yağmur damlaları olduğunu anlayınca adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Saatimi tekrar kontrol ettim, geç kalmıştım, koşar adıma geçtim.

Taksim Meydanına doğru yaklaşırken sağ taraftaki meşhur İskender kebapçısının kokusu beni yüksek lisans tezi savunma jürisi sonrası arkadaşlarla beraber yediğimiz yemeğin ve sonrasında hissettiğim boşluk duygusunun içerisine doğru sürükledi bir an ancak hemen toparlandım.

Ve nihayet Burger King’in önündeydim. Daha önceden milyonlarca buluşmaya şahitlik etmiş bir buluşma mekanı. Ben de o milyonlarca buluşma içerisinde onlarcasını gerçekleştirmişimdir. Yine oradaydım ve kocaman gülümsemesi olan arkadaşımı bekliyordum. Bir an gözüme bir çift takıldı,
ciddi ciddi kavga ediyorlardı, nedeni ise çok komikti, birisi hamburger yemek istiyordu diğeri ise döner. Bu nedenle kavga eden bir çiftin ömrü uzun süreli olmaz diye düşünürken bir el değdi elime.

Sizin eliniz hiç yandı mı? Benim yandı.

Kafanızı ona doğru çevirdiğinizde gözleriniz birbirine seni seviyorum dedi mi hiç? Bizim dedi.

Susarak sevgi sözcükleri söylediniz mi birbirinize hiç? Biz söyledik.

Gözlerinizden akan yaşların birbirinize ait olduğunu hissettiniz mi hiç? Biz hissettik.

Yağmur şiddetini arttırmışken, soğuktan insanlar kat kat giyinirken, göğsünüzden alev çıktı mı hiç? Bizden çıktı.

Burger King’de sevgilinizle veya sevdiğiniz birisiyle buluşunca, oranın önüne öylece oturup, birbirinize sarılıp uyuyakaldınız mı? Biz kaldık.

O akşam buluşacağım arkadaşım büyük ihtimalle aşık olduğum o kızla sarmaş dolaş yerde otururken bizi görünce ses etmeden öylece uzaklaştı gitti oradan


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN