GİDECEK YOL KALMADI
“Gidilecek yolun kalmadığını
görünce durdum, yürümek durmak demekti ondan sonra.”
Köy toplumu ile modern toplum
arasında sıkışmış bir neslin ferdiyim. Üniversiteye gidene bulduğu her fırsatta
köye gidip tarlada çalışan, çocukken yerde yemek yiyen, masada yemek yemeye
liseye geçtiği sene başlayan, babasının pilavı kaşık yerine çatalla yemeye
başladığını görüp onu taklit etmeye çalışırken her tarafa pirinç tanelerini
saçan, saçılan pirinç taneleri için “anne burasını temizler misin?” diye
mızmızlanan değil de, kendi kendine süpürgeyi, bezi alıp kirlenen yerleri
temizleyen, ergenlik dönemlerine kadar akşamları köy yerinde çocuklarla yakan
top veya saklambaç oynayan, köy düğünlerinde hoşlandığı delikanlıya kaçamak
bakışlar atarken annesinin kolunu kıstırdığı… İşte o kız benim.
Üniversiteyi kazandığım zaman
ailemin sevinip sevinmeme arasındaki ikilemi yaşamalarına şahit olmak hayatta
gördüğüm en enteresan ikilemlerdendi. Bir yandan tek çocuklarını, tarlanın en
çalışkan işçisini, mutfağın patronunu yanlarından ayrılıp koca şehre
göndermenin can sıkıntısını, diğer taraftan köy yerinden çıkıp üniversite
okuyacak olan ilk kızın ailesi olmanın gururu. Onlar bu duygu karmaşaları
arasında çırpınırken ben de bir yandan köyden, alışkanlıklarımdan, konfor
alanımdan çıkmanın zorluğuyla, büyük şehirde öğrencilik, televizyonlardan
özenerek izlenen etkinliklere katılma, 18’inden sonra özgür olma gibi güzelliklere
erişecek olmanın heyecanı arasında git geller yaşıyordum.
Ailem için nasıl geçti bilmiyorum
ama üniversite hayatım, başlangıcındaki karmaşaların hakkını verecek biçimde
zor geçmişti. Köyde büyüyen, yeşile aşık, büyük odasında tek başına yatmaya
alışkın olan ben Anadolu’nun bu bozkırında taş manzaralı, 6 kişilik odada
geçirdim üniversite hayatımı. Odada ilk gördüğüm, gördüğümde gıcık olduğum
arkadaşım çok yardımcı olmuştu bana sonraları, en yakın sırdaşım, dostum
olmuştu. Bir biçimde deneyecektim, suçu ona attığımı sanmayın ama ilk kez o
dostumla beraber içtim sigarayı. İçime çekmeyi beceremiyordum. Sigara tiryakisi
bir arkadaşından sigara dumanını içine çekme taktiğini söylemişti bana.
Sigarayı içtikten sonra dumanı dışarı bırakmadan “hııı annem geldi” diyerek iç
çekecektim ve duman ciğerlerime dolacaktı. Denedim, defalarca denedim, her
seferinde bundan sonra denemeyeceğim dedim ama tekrar tekrar denedim. Her
seferinde de öksürmekten gözlerimden yaşlar geldi. Hala daha içime çekmeyi tam
beceremiyorum ama sigara içmeye o zamanlar başladım. Bir gün de yine dostumun
olduğu bir grupla bara gitmiştik ilk kez. Benim gibi köyden gelen kimse yoktu
aralarında. Herkes şarap, bira, artık keyiflerine göre içecekler sipariş verdi.
Ben de vişne suyu istedim, garson “sek mi?” diye sordu, “evet” dedim. Meğerse ki
benimle dalga geçiyormuş. “Alkol kullanmıyor musun yoksa?” diye soran
arkadaşlarıma “midem biraz rahatsız” diye cevap verdim. Şarabın mideme iyi
geleceğini söylediler ve sonraki sipariş de ben de şarap söyledim. Büyük bir
günah işlediğimin farkındaydım. Hayatımda ilk kez o gece alkol kullandım. Kafamın
uyuşukluğuyla o gece yatağa girdiğimde yorganı başıma çektim ve sessiz sessiz
ağladım. Kendime, aileme, köklerime ihanet ettiğim düşüncesiyle saatlerce
ağladım, bir daha asla sigara ve alkol kullanmayacağıma kendi kendime söz
verdim. Ertesi gün yine içtim, gece yine ağladım ama bu sefer biraz daha az,
ertesi gün yine içtim ve daha da az ağladım. Ta ki sigara ve alkolü günlük
hayatımın bir parçası haline getirene kadar.
Üniversitedeki ikinci senemin
ortasında daha dersler yeni başlamışken bölümden arkadaşlar evine çağırdı. Gitmek
istiyordum ancak aileme ne derdim. Bundan kolay ne vardı ki “Anne, ben Merve’lere
gidiyorum ders çalışmaya.” Garip annem ne çalışılacak ders olmadığını ne de Merve
diye bir arkadaşım olmadığını bilirdi. Daha o ilk akşam evde erkekler de vardı.
Birisi benimle dans etmek istedi, alkol eşiği çok düşük olan ben önce onun bu
isteğini reddetmiştim ancak ilk kadehten sonra ben onu dansa kaldırmıştım. İlk kez
o gece bir erkekle dudaklarımız bir araya gelmişti. Alkolün etkisiyle benden
hoşlandığını söyleyen çocuk dudaklarıma yapıştı, ben de karşılık verdim. Ağzımın
içi sigara ve alkolden çöplük gibiydi. Dudaklarının, ağzımın içinde dolaşan
dilinin tadını hatırlamıyordum. Çok da önemli değildi zaten, okulda
karşılaştığımız ilk gün bana âşık olduğunu zannettiğim, benimden hafiften
hoşlanmaya başladığım çocuk da beni hatırlamıyordu.
Üniversiteyi bitirene kadar her yaz
köye gitmeye devam ettim. Şehir hayatını gördükten sonra tarlada çalışmak zor
geliyordu ancak bir yandan da aileme söylediğim yalanlardan dolayı kendimi
pişman hissediyordum. Saf annem “şehir sana yaramış, daha çalışkan olmuşsun”
derken içimde kopan fırtınalardan habersizdi tabi.
Üniversite bittikten sonra nedense
köye dönmem beklentisi içerisine girmişti ailem. Onlarda farkındaydı ev kadını
olmayacağımın ancak tek evlatlarının onlardan tamamen uzak kalması düşüncesini beyinlerin
arka taraflarına atarak bu kötü senaryoyu düşünmemeye çalışmışlardı. Onları ikna
etmek zor olmadı büyük şehirde iş bulma fikrim. Daha okul bitmeden işi
bulmuştum bile.
Nankörlük edemem, ailem bir gün
bile beni parasız bırakmadılar ancak rahat bir öğrencilik yaşadığımı da
söyleyemem. İnsanın kendi parasını kazanması gibi yoktu. İlk maaşım,
öğrenciyken yaşamaya çalıştığım paranın 6 katıydı. Düşünebiliyor musunuz
bendeki mutluluğu. Tabi bununla beraber masraflarım da artmıştı. En basitinden
kiram bile hatırı sayılır bir tutardı. Bununla beraber para harcamak, kendi
paranı harcamak oldukça keyifliydi. Bir de ailem sürekli yatırım yap, köyden ev
alalım, ne zaman evleneceksin diye tutturmasalar. Ailemle olabildiğince her gün
konuşmaya çalışırdım ancak her akşam aynı konuları konuşmaktan da sıkılırdım.
Hiç kıvırtmadım, cilve yapmadım ama
ilgi gördüm. Kimseye ilgi göstermedim. Herkesin peşimden koştuğunu benimse burnumun kalkık olduğunu düşünmeyin.
Anlattım size işte, mütevazi bir biçimde köyde büyümüş birisiyim ben. Okulu bitirdim,
işe girdim, ben de istiyordum hayatımda birisi olsun. Sırf birisi olsun diye de
sıradan birisiyle beraber olacak değildim.
Arkadaşların evinde içtiğimiz bir
akşamdan sonra eve dönerken bana ilgisini daha önceden açıkça belirten bir
arkadaşım bana eşlik etti. İçeri davet ettim, o saatten sonra evine gitmesi
zahmetli olacaktı, salonda uyuyabilirdi. O akşam beraber “uyuduk”. Uyandığımda gitmişti,
sonraki iki gün hiç arayıp sormadı. Bir yerde denk geldik, hiç “uyumamışız”
gibi davrandı. Ben de öyle davrandım. Birkaç gün geçtikten sonra da onu bir
kızla el ele dolanırken gördüm.
Onları ele ele gördüğüm günü akşamı
sahilde yürürken annem aradı. “Kızım, sen bu hayatta saf kalmış nadir
insanlardansın, o kadar okudun ettin, kendi ayakların üzerinde durdun ama kendi
özünden, adetlerimizden, geleneklerimizden hiç vazgeçmedin. Bu mübarek geceleri
yüzü suyu hürmetine dua et hepimiz için, temiz kızım benim.”
Telefonu kapattıktan sonra yağmaya
başlayan yağmurla birleşti gözyaşlarım. Gidilecek yolun kalmadığını görünce
durdum, yürümek durmak demekti bundan sonra…
Yorumlar
Yorum Gönder