DİLSİZ


Can nefessizse
Ruh dilsizse
Beni yine de duyabilir misin?

Erkek olana kadar deneyecekti annem ve babam, tarlaya onlardan sonra sahip çıkacak, soy isimlerini devam ettirecek, eve “gelin” getirecek birisine ihtiyaçları vardı. 7 tane kız çocuktan sonra maalesef dünyaya ben gelmiştim. Benden sonra tövbe ettiler ve erkek için uğraşmadılar. Belki de onların ümidini kıran olduğum içindir benden bu kadar nefret etmeleri, en yorucu ve pis işleri bana yaptırmaları. İşte o pis ve yorucu bir çalışma günü tarlada yanlışlıkla ayak bileğimi kesmiştim. Kan görmeye dayanamayan ben oracıkta yığılmıştım yere.

Benden iki numara büyük olan anneme seslendi, “koşuuun bu bileğini kesmiş, kanıyor”. Hadi annemle babamı anlamıştım, benden nefret ediyorlardı da ablalarımı anlayamıyordum. Kendimi bilmeye başladığımdan beri hepsi hızla evlenip birer birer kaçıyorlardı yuvadan. Nefretlerini kazanmak için ne yapmıştım ki. Büyük ihtimalle evdeki “kadın” laneti huzursuzluğu arttırmış ben de üstüne tuz biber olmuştum. “Bu” sıfatını hak edecek ne yaptım ben, bir ismim yok muydu benim? Öğretmenimiz daha geçen gün birisini “bu” diye işaret etmek kabalıktır demişti. Yarı baygın konuşmalarını işitebiliyordum, annem olduğunu düşündüğüm kadın “kesin bilerek yapmıştır çalışmamak için” dedi, babam olduğunu düşündüğüm adam “sarın şunun bileğini, kan kaybından gidip de başımıza bela olmasın” dedi, ablalarımdan biri olduğunu düşündüğüm bir kadın “kendi çemberimi feda edemem, şunun başındakini alayım” dedi.

Ne kadar zaman sonra olduğunu bilmediğim bir zaman sonra doktor olduğunu düşündüğüm adam “neden bu kadar geç getirdiniz, kemiği görünüyor kızın” dedi, babam olduğunu düşündüğüm adam “hemen getirdik valla doktor bey” dedi, sonra ayak sesleri duyuldu, sonra aynı adam “açı açına mı gelseydik hastaneye, yemek yedik tabi getirmeden önce” dedi. Böyle oldu her dokunduğumda aslında yaşamadığımı anımsatan yara.

Bileğimdeki bandaj çıktıktan sonra evden kaçtım, kimliğimi yırttım, bir kurumun kapısında yattım, kim olduğumu, ne olduğumu anlamasınlar diye dilsiz taklidi yaptım, sorulanlara cevap vermedim. Öylece büyüdüm, konuşmadım, hıçkırıklara boğularak ağlamalarım hariç sesim çıkmadı.

Yıllar sonra ilk defa bugün kendimden şüphe ettim. Kendimi hiç doğmamış, bu hayatta hiç nefes almamış gibi hissederken, gerçekten de yaşıyor olabilir miyim diye bir soru düştü yüreğime onu görünce. Tabi ki yaşamıyordum, bunu anlamak için tarlada tırpanla çalışırken yaraladığım sol ayak bileğime dokunmam yetti. Eğer dokunmasaydım bana umutla bakan gözlerine, bileğimdeki yaranın neden olduğunu soran yumuşacık sözlerine kanıp gidecektim. Ailem beni bu hayat ölü getirmişken o, benim üzerime sadece toprak atabilirdi, daha fazlası değil.

Canım nefessiz, ruhum dilsiz, beni yine de duyabilir misin?
Verebilir misin bu solmuş çiçeğe bir damla su?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN