İZ DÜŞÜM


Hiç beklemediğim bir anda elimi tuttu. Varlığını yanımda hissetmek beni heyecanlandırırken, heyecanımdan pot kırmadan konuşmaya çabalarken, konuşmaya çabalarken onu sıkmamaya özen gösterirken bir anda ellerimiz birleşti. Bir erkek elinden beklenmeyecek kadar yumuşaktı elleri. Yıllardır bir kadınla beraber olmamasından dolayı babaannesi “sen gay misin” diye sormuştu bu soruyu ancak bir kadın eli kadar narin ellerini hissetseydi soruyu belki yine sorar da sorma nedeni farklı olurdu.  

Sustum, sustu, sustuk. Eli elimle bir araya geldikten sonra öylece yürüdük. Karaköy’ün arka sokaklarında yürüdük önce biraz, oradan Tophaneye, İstanbul’un fethinde gemilerin karadan yürütüldüğü düşünülen yerlere doğru gittik. Boğazkesen caddesinde yavaş yavaş tırmandık. Masumiyet Müzesinin önünde geçtik. İstiklal Caddesine çıktık, onunla ilk kez kahve içtiğimiz Mandabatmaza gittik. Ne kadar sustuk bilmiyorum, oturduğumuzda “2 sade Türk kahvesi rica edebilir miyiz?” ağzından çıkan ilk cümle oldu elimi tutmaya başladığından beri. Hani bazen olur ya, karşınızdakine kendinizi anlatmakta zorlanırsınız ve keşke beni hemencecik anlasa dersiniz. İşte öyle bir zaman dilimiydi. Eli elimle kavuştu. 

“Sana ne kadar da hasretmişim. Kalbim ne kadar da siyahtı oysaki. Daha ilk gördüğüm anda gözlerime inanamadım. Evet, açıkça bencil bir yaklaşım ama işte bu kadın dedim, hayatımın kadını birkaç metre ilerimde oturan. Ne kadar mahzun, mahcup, hüzünlü bakıyordu olduğundan sert görünmeye çabalayan simsiyah gözlerin. Simsiyah saçlarının arasına serpiştirdiğin bir tutam yeşil saç, yapmak isteyip de yapamadıklarının bir göstergesiydi. Biraz sonra yapacağın sunumdan ziyade, köyde gözleme yapan teyzelere yamaklık yapmak istiyordun sanki. Bana baktın, ya da ben öyle olduğunu sandım. Göz bebeklerindeki bir yandan derinliği, bir yandan derin boşluğu işte o an fark ettim. Gözlerin hafif sulu, her an hüzünlü ve az sonra ağlayacak gibiydi. Bakışların içimden geçti gitti, beni de aldı, seninle beraber işte o zamandan beri yolculuktayım aslında sen farkında olmasan bile. Bakışların benimle ne kadar uzun zamandır beraber biliyor musun? Şimdi ilk defa elini tutuyorum, el ele tutuşuyoruz. Seni seviyorum, böyle bir hissin varlığını bilmiyordum ben. Bunu anlatmama gerek var mı?” 

Bir kelime bile söylemeden ben anladım tüm bunları, elleri o kadar güzel anlatıyordu ki hislerini. Onun elleri susunca benim ellerim konuşmaya başladı bu sefer. 

“Sana ne kadar da hasretmişim. Kalbim ne kadar da siyahtı oysaki. Daha ilk gördüğüm anda gözlerime inanamadım. Evet, açıkça bencil bir yaklaşım ama işte bu adam dedim, hayatımın erkeği birkaç metre ilerimde oturan. Sık sık sağ işaret parmağınla beyaz gömleğinin yakasını kirletme pahasına gevşetmeye, kement gibi boynunda duran bağı rahatlatmaya çalışıyordun. O kadar belliydi ki takım elbise giymeye alışkın olmadığın, teneffüs zili çalar çalmaz kapıya koşan öğrenciler gibi sen de orada işin biter bitmez yapacağın ilk işin boyun bağını çıkartmak ve kıyafetlerini değiştirmek olacaktı. Huzurdu sana biraz daha baktığımda hissettiğim. Birisine sonsuz güvenilebilir miydi hem de bu kadar fazla hayal kırıklığı yaşadıktan sonra? Güvendim de. Tıpkı şu an olduğu gibi, her nasıl şu an ellerimiz konuşuyorsa, o gün farkında değildin belki ama benimle uzun uzun konuştun. Sessiz sesinin dinginliği beni benden aldı. Sesinin tınısı ne kadar uzun zamandır benimle beraber biliyor musun? Şimdi ilk defa elini tutuyorum, el ele tutuşuyoruz. Seni seviyorum, böyle bir hissin varlığını bilmiyordum ben. Bunu anlatmama gerek var mı?”    

Ne yalan söyleyeyim birisi bana böyle bir hikâye anlatsa, üzerinde pek durmaz, bunlar ancak kitaplarda olur der geçer giderdim. Şimdi biliyorum ki, kitaplarda yazılanlar da yaşananların kâğıda olan iz düşümü.  

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN