İLK CUMA


Bebeklerin ağlamalarının nedenini çoğunu tahmin edebiliyoruz. Açlık, gaz, altına yapma, korkma, kollanma gibi… Bazen öyle anlar olur ya hani, aklınıza gelen ne varsa yaparsınız ve yine de ağlamasını durduramazsınız, işte öyle gözyaşları süzüldü sakallarıma doğru.

Sırtı iyice kamburlaşmış, babaannem vefat ettikten sonra iyice kabuğunu çekilmiş dedem ile babamın cenazesi evden çıkartılırken gözlerimden sessiz yaşların süzülmesine neden olan amcamın oğlu ile beraber Kurban Bayram’ın ilk günü Cuma namazı için camiye doğru yola koyulduk. Eskiden en azından 1 saat önce çıkıp, yürüye yürüye namaza birkaç dakika kala vardığımız cami için, şimdi ezan okunmadan birkaç dakika öncesinde çıkabiliyorduk. Önünden araba geçmeyen sapa evimizden camiye gitmenin başka yolu yoktu zira. Kurbanlarını bahçelerinde kesen birkaç komşunun yanından geçtik. Şehirde başkalarını uyarmak için çalınan kornanın köyde selam verme niyetiyle çalındığını bilen amcaoğlu sık sık kornasına dokundu.

Etrafa korna çala çala caminin avlusuna girerken arabanın altının çarpmaması için yavaş hareketlerle ilerledik. Bu birkaç ay önce babamın yattığı musalla taşının gözlerimin önünde yavaş yavaş büyümesine neden oldu. Nasıldı o gün? Dedem en başta sandalyeye oturmuştu. Birkaç amcam benim yanım sıra diziliyordu, ben de gelenin geçenin başsağlığı dileklerini alarak ellerini sıkıyordum. Ara sıra büyük amcama az önce önümden geçenin kim olduğunu sanıyordum. Düğünde takı merasimi sırasında yüzlerce kişinin elini alnına götürüp yanaklarını öpen bir damat gibi orada öylece durup “vazifemi” yerine getiriyordum. Musalla taşı gözümde büyüdükçe önündeki çimento, biraz kum, bidon, kürek ve birkaç zerzevat da gözüme ilişiyordu. Bunlar tam da vazifemi yerine getirdiğim yerin tam önünde duruyordu.

Avluya girdiğimizde bizi yüzlerce insanın karşılayacağından, onlarca arabanın arasına bizim arabamızı sıkıştıracağımızdan emindim. Hiç de öyle olmadı. Buraya en son geldiğimde hınca hınç doluydu. Şimdi, babamın vefatından sonra geldiğim ilk Cumada ise bizi bomboş bir avlu karşılıyordu. Gayet ortalık bir yere arabayı park ettik. Dedem maskesinin arkasından bize “insanlardan uzak durun, kimsenin elini sıkmayın” diye nasihat etmeyi ihmal etmedi. Elinde kahverengi plastik taburesi caminin beş basamaklı merdivenin yan tarafından kendisine bir yer buldu. Biz de gölge bir yere geçip öylece beklemeye başladık.

Caminin girişinin yan tarafında tüm camilerde standart olarak bulunan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptırdığı beyaz fon üzerine mavi renklerle yazılmış caminin isminin olduğu tabela vardı. Caminin girişindeki griye boyanmış demirin içerisine göz göz cam eklenerek yapılan kapının üst tarafında ise merkez cami yazıyordu. Burası kimin merkez camisiydi? Burası gerçekten merkez camisiyse bu durumda Ayasofya veya Fatih Camisi ne oluyordu? Ya da her yerin bir merkez camisi mi vardı? Köyün muhtemelen tek camisine merkez camii sıfatı verilince daha da havalı mı oluyordu? Hemen girişteki musalla taşı, yan tarafındaki cami girişi ve girişin bana yakın tarafında oturan dedemi izlerken soruların içerisinde zihnim dolanıyordu. Caminin kapısından bir anca baş gösteren imam “Hocam namaz sende, hutbe bende” dedi amcaoğluna. Yakalandık dedi, aslında içinden söylemek isterken gayriihtiyari usulca. Birkaç ay önceki cenaze geldi gözümün önüne. Acaba o gün, tam da şu anda benim olduğum noktadan bakan birisi cenazede nasıl bir hissiyata sahipti? Cenazeye bu kadar uzak olduğuna göre çok da yakın sayılmazdı dedim kendi kendime ama yine de bilinmezdi. Belki de tabuta yaklaşırsa düşüp bayılacağını bilen babamı çok seven birisiydi. Bunu düşünürken babamı son defa gördüğüm o an tekrar gözlerimin önüne geldi. Beyaz sakallı, çenesinin altından bir bezle başının üzerinden bağlı babamın yüzü sanki birkaç dakika önce görmüşüm gibiydi. Babamı ne zaman ansam bu kare gelir gözlerimin önüne ve sessizce birkaç damla gözyaşı düşer. Gözlerim dolmuş yine birkaç damla akmak için sabırsızlanırken amcaoğlu hayırlı bir işiniz varmış dedi. Yutkundum, doğru zaman mıydı bu soruyu sormak için bilemedim ama yine de yanıtladım. Cümlemi bitirmemle beraber müezzin ezana başladı.

Merkez camii yazan tabelanın altından geçip hemen girişte bir yere oturdum. Artık kimse yeşil halının üzerine doğrudan oturmuyordu, ben de seccademi serdim ve ezanın bitmesini beklerken oturdum. 4 rekat kıldıktan sonra hutbeyi dinledim. Amcaoğlunun yine o kendinden emin sesiyle Fatiha’yı okumaya başladı. Bebeklerin ağlamalarının nedenini çoğunu tahmin edebiliyoruz. Açlık, gaz, altına yapma, korkma, kollanma gibi… Bazen öyle anlar olur ya hani, aklınıza gelen ne varsa yaparsınız ve yine de ağlamasını durduramazsınız, işte öyle gözyaşları süzüldü sakallarıma doğru. Neden ağladığımı bilmeden öyle aktı gözyaşları, biraz maske bunalttı, bol bol burnum aktı. Babamın cenazesinin kalktığı merkez camisinde benim için ilk Cuma böylece geçti.  

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN