İŞİN EN KÖTÜ TARAFI

Ağzımdan akan köpükler kustuğumun değil de başka bir durumun varlığından beni haberdar ediyordu. Sol kolumun alüminyum doğrama kapının kenarına, alnımı da koluma dayadım. Bir yandan ağzımdan akan köpüklerin siyah spor ayakkabımı beyaz çevirmesini izliyordum, bir yandan da içimdeki karanlığın git gide arttığını hissediyordum. Köpükler akmayı bıraktı ve tam o anda sanki sırtımda çantada bir ağırlık varmış sırt üstü devrilmeye başladım. Yavaş bir devrilmeydi. Sırt üstü yere uzanırken birden ağlamaya başladım. Çaresizlikti bu, sanki birileri benden bir şeyler yapmamı bekliyordu ve ben yapamıyordum. Hareket de edemiyordum, birisi sanki kollarımdan beni öylece bağlamıştı. Gözlerimden akan yaşların kulaklarıma erişip beni huylandırmasıyla uyandım. Gerçekten de uyandığımda kendimi ağlar vaziyette buldum.

Bunu kızım daha doğmadan çok uzun yıllar önce de yaşamıştım. Ne olduğunu bilmediğim bir istikamete kontrolsüzce gidiyordum. Günün büyük bir çoğunluğu yolda ve işte geçiriyordum. İşten çıkış kartını bastıktan sonra günün tüm gerginliğini sırtımdaki çantada beraber götürüyordum. İşin kötüsü yurtdışına seyahat ederken de o çantayı götürüyordum. Arada yaptığım yurtiçi kaçamaklarında da. Köye akrabaları ziyarete gittiğimde de. Sevgilimle konsere gittiğimde de. Arkadaşlarla bir araya gelip mangal yapıp kafalarımızın biraz dumanlı olduğu zamanda da. Bir yandan basket oynarken bir yandan da radyo dinlediğim zamanlarda da. Dayısının kuzusunu görmeye gittiğimde de. Babam öldükten sonra sırtımdaki çantanın ağırlığı daha da arttı. Akmayan gözyaşlarım sırtımdaki çantayı daha da ağırlaştırdı.

Zeynep dünyaya gözlerini açtığında da çanta benimle beraberdi. O steril ortama bile sokmuştum çantayı. Karım elimi sıkarken çantanın ağırlığını daha da fazla hissediyordum omuzlarımda. İlk ağlama sesiyle ben de gözümden birkaç damla yaş akıtmıştım, tabi bunlar da çantama gerçek ağırlığıyla ters orantılı olacak biçimde yük bindirmişti. İlkokulun o ilk günü kara saçlı kızımın sırtında çantayı görünce, üzerimdeki yük daha da fazla arttı. Üniversiteye giderken kendi boyundan sırt çantasıyla onu gördüğümde omuzlarımdaki yükün artık taşıyabileceğimden fazla olduğunu hissettim. Şimdiki eşim, eskiden sevgilim yükümü hafifletmeye çalıştığında her seferinde ağır olan çantam daha da ağır geldi sırtıma.

Belki işin en kötü tarafı kimseyle konuşamamak, arayamamak. Ne anlatabilirsin ki? İçindeki boşluğu nasıl tarif edebilirsin ki? Orhan Pamuk gibi ağdalı betimlemeler yardımcı olur mu anlatmaya? Yoksa mutsuzluk ve yalnızlık dersek anlaşılır mı? Yoksa işin en kötü tarafı yalnız hissetmek mi? Mutsuzluk nedeni yalnız olmak mı yoksa yalnız olduğunu hissettiğin için mutsuz olmak mı?

Belki de işin en kötü tarafı bir yere ait olamamak. İnsanlar yığınlar halinde konuşurken ağzından bir tek kelime bile dökülmemesi ve herkesin seni sorgulayan gözlerle ve sözcüklerle sana bakması. Yoksa işin en kötü tarafı havaya bırakılacak sözcüklerin kısa süre içinde toz bulutuna karışacak olduğunu bilerek Kemal Sunal filmdeki ev sahibinin dediği gibi “Allah’ın bahşettiği nefesi boş yere harcamayalım” düşüncesine sahip olmak mı?

Belki de işin en kötü tarafı çantamızı taşımamıza yardımcı olan elleri görememek, görmemek. Aldığımız nefesin kıymetini bilememek, bilmemek.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN