BUGÜN SON


Derin olmayan ruhumun yüzeyi katran bağlamış durumda. Hâlbuki babamın tuvalete atmam için verdiği sigara izmaritleri hariç sigara da içmemiştim henüz. 7 yaşındayken de böyle mi hissediyordum, merak ediyorum. Biraz daha iyi anlayabiliyorum üzerinden 11 sene geçmiş halime baktıkça. Bir çocuk vardı, benden neredeyse 2 yaş küçüktü. Lojmanın bahçesinde beraberce oynuyorduk, akranımız gibi davranıyorduk ona da. İlkokula başladığımızda o öylece kala kaldı, ağlayıp zırlayınca ailesine, öyle fındık fıstık niyetine, önlüksüz gönderdiler bizimle beraber okula. Bizden önce okumayı yazmayı sökünce, onu da kaydettiler okula. Annem hep bağırırdı bana, el kadar çocuk nasıl olur da benden önce okumayı yazmayı sökermiş. Okula başlayana kadar her gün çağırdım çocuğun bize gelmesine annem izin vermiyordu. O çocuğu kıskanıyordu, kıskandıkça bana bağırıyordu, bana bağırdıkça kendimi yetersiz hissediyordum. Yetersiz hissettikçe de içime kapanıyordum, arkadaşlarla oyunlara git gide daha az katılıyordum. Artık oradan taşınma vaktimiz geldiğinde kendi karanlık dünyasında yaşayan bir çocuk haline gelmiştim. İlkokul 3 bitmişti oradan ayrılırken ve kararan dünyam içerisinde o kadar kaybolmuştum ki, veda edebileceğim bir arkadaşım bile kalmamıştı. Bu arada okumayı hece hece yapabiliyordum ve kendi yazımı ben bile okuyamıyordum hala daha.
 
Başarısız geçen ilkokul yıllarından sonra ailem beni daha fazla okutmama kararı almıştı ki zorunlu eğitim 8 seneye çıkartılınca bu kararlarını uygulayamadılar ve onlara her ne kadar külfet olsa da beni okula gönderdiler. Altyapının çok bozuk olmasından dolayı ortaokuldayken benden mucize beklemek de olmazdı. Ders çalışamıyordum, çalıştığım nadir anlarda bir kelime bile anlamıyordum. Bir dünya boş vaktimin olduğunu ve bunu haylazlıkla veya oyunlar oynayarak geçirdiğimi düşünürseniz yanılmış olursunuz. Malak gibi yatıyordum öylece. İlkokul çocuğunun bembeyaz ruhuna dökülmüş bir siyah nokta yıllarca tüm bedenine sarılmıştı ve sadece yaşıyordu, o kadar. Koca gün televizyon izliyordum, yemek yiyordum o kadar. Ergenliğe adım attığım o yıllarda aşırı kilolarım yüzünden kızlara da yaklaşamıyordum. Yüzümdeki sarı sarı sivilceler de ayna da kendime tahammülüm olamayacağının birer şahidiydi. Ailem de vazgeçmişti benden iyice, ders çalış demekten dilinde tüy bitmiş annem daha da tek kelime etmiyordu benimle. Öylesine yaşıyordum işte, siyahtı her yer, simsiyah.
 
Benden bir halt olmayacağının farkında olan ailem, bir işte çalışamayacağımın da farkında olduğundan beni liseye göndermeye karar verdiler. Kendilerince bir fizibilite çalışması yapmışlardır. Okula göndermek masraflı ama bir yandan evde dursam ayrı masraf, dahası yüzümü görmeye tahammülleri yoktu, bunu anlayabiliyordum. Ortaokuldan mezuniyet notuna göre seviye sınıfları yapılan bir liseye gönderdiler beni. Tabi ki seviyesi en düşük olan sınıftaydım. Kimsenin oturmak istemediği en ön sırada kendi kendime oturuyordum. Zaten istese de kimse oturamazdı, ancak bir başıma sığabiliyordum o sıraya. Vakit geçirdim öylece lisede de. Okuldan çıktıktan sonra hava kararana kadar ya okul bahçesinde ya da bir parkta otururdum. Neşeyle hoplayıp zıplayan çocuklara bakardım, sevgilisinin elini sımsıkı tutan yaşıtlarıma, yakan top oynayan mahallelilerime… Sonra eve gider, yazılı olmayan anlaşma gereği mutfağa gider, yemeğimi yer ve kimseye görünmeden yatağıma giderdim.
 
Bugün benim doğum günüm, en kısa günde, karanlığın en fazla olduğu günde doğmam pek bir manidar benim için. Ruhumun karanlığı doğduğum gün beni çevresine sarmıştı belki de, bırakmayacaktı peşimi, bunun farkındaydım. Reşitliğe adım attığım bugün hem ailemi hem de kendimi bu karanlıktan kurtarıyor olacağım. Bundan 11 sene sonra nasıl hissederdim bilmiyorum.

Bugün son ve artık ruhumla beraber bedenimin de sonsuz karanlıkta buluşacağı gün.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN