FARKLI BİR YOL


Farklı bir yol değil aslında yürüdüğüm. Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra yaptırdığı caminin avlusunun alt tarafında, Edirnekapı’dan bakınca Vezneciler’i görmek isteyen birisi yüzünden ortalama bir adam boyundan daha fazla kazılan ve buna müteakip senelerde günden güne caminin ve avludaki diğer yapıların duvarlarında çatlaklara neden olan caddeden, bulunduğu yer bir zamanlar dere olan ve bostanların sulanmasına vesile olan, zamanında çok geniş inşa edildiği gerekçesiyle eleştirilen ancak oluşturulan çarpık yapılaşma ile şu an ihtiyaçlara karşılık vermekte zorlanan Vatan Caddesi’ne inen yol:  Akdeniz Caddesi.

Caddeden aşağı doğru inerken sağ yanımda günlük olarak yöresinden getirildiği ifade edilen tatlıların sergilendiği vitrinler, sol yanımda yol ve yolun diğer tarafında geniş açıyla daha rahat gördüğüm, birkaç tanıdık ve çoğunda aşina olmadığım harflerde yazılmış tabelalar.

Kırmızı ışıkta durdum. Sol yanımda, karanlığın ciğerini dağlayan trafikte tıkanmış arabaların kırmızı lambaları, yüzleri bana dönük olanlarda ise gözlerimi alan parlak bir ışık. Karanlığa sarı ışığıyla göz kırpan bir araba olmamasına rağmen bekledim. Ne acelesi olduğunu bilmediğim insanlar önümüzün boş olmasından istifade karşıya geçtiler. Onlara imrendim; “Benim neden yetişmem gereken bir yer yoktu?”. Beni bekleyen eşim veya çocuğum yoktu, kaçırmamam gereken bir uçak veya metro da yoktu. Sonunu merakla beklediğim yeni bölümü yayımlanmış bir dizi, katilin kim olduğunu öğrenmem için Hercule Poirot’un tüm insanları bir odaya topladığı ve analize başladığı kitabın son yirmi sayfası da yoktu. Ocakta bekleyen bir yemeğim, neredeyse kapıda kalacak bir misafirim, yetişmezsem yanacak bir sinema biletim, asılmayı bekleyen çamaşırlarım, birkaç parçası kalmasına rağmen tamamlayamadığım bir yapbozum, her akşam aynı saatte oynadığım çevrimiçi oyunum, her zaman gittiğim berberde randevum, nerede kaldın diye soracak bir annem, siyaset veya futbol konuşabileceğim bir babam yoktu.

Yeşil ışık yandı. Öne doğru hareketlendim. Can sıkıcı bir korna sesi duydum. Sol yanıma baktım ve sağ gözünü kırpan ve içerisinde garip tiplerle dolu bir araba gördüm. Yol benim hakkımdı. Ona da yeşil yanıyordu ancak sağa dönüşte ilk geçiş hakkı yayalara aittir kuralının rahatlığıyla ve bana da yeşil ışık yanarken bir defa daha etrafıma gereksinimi duymadan karşıya geçerken ezilecektim. Duymadım ancak bana küfür ettiklerini ağızlarını kocaman açmalarından, el kol hareketleri yapmalarından anlayabiliyordum. Kurallar niçin vardı? Düzeni sağlamak için değil mi? Peki, kuralı bilmemek bilmekten daha mı etkiliydi? Yoksa benim arabaya yol vermemin nedeni fiziksel olarak arabanın benden daha güçlü olması mıydı? O arabayı ben kullanıyor olsaydım ne olurdu? Fiziksel olarak araba yayadan güçlü olmasına rağmen kuralı bildiğimden dolayı ona yol verirdim. Peki, bunun bana faydası ne olurdu? Kurallara uymak düzen sağlamak ve selamet için olsaydı, karşıya geçerken kurala uymama rağmen neden ben şu an mutsuzum ve araba içindekiler de bana karşı öfkeli olmalarına rağmen tahminimce şu an eğlenebiliyorlar?

Bunları düşünürken biraz daha aşağıya doğru indim. Işığın olmadığı sağ tarafımdan ana yola bağlanmaya çalışan bir araba gördüm. Yaya geçidi yoktu, ancak iki kaldırım arasındaki bir yoldu ve normal olarak geçmem gerekiyordu. Az önce yaşadığım ve hala daha etkisini üzerinden atamadığım tecrübenin etkisiyle arabanın geçmesini bekledim. Ticari kasa Doblo’nun sürücü koltuğunda orta yaşlı olduğunu tahmin ettiğim, ağzındaki sigarasını sol eline alan ve yarıdan daha fazla kapalı olan camdan eliyle geç işareti yapan sürücüye sağ elimle teşekkürler selamı verdim ve yarı koşar adımlarla karşıya geçtim. Basit bir yol vermeydi bu ancak beni mutlu etmeye yetmişti. Sahi eğer bağlanmaya çalıştığı yolda trafik olmasaydı, arkasından sürekli hızlı gitmesi için selektör yapan bir araç veya yetişmeye çalıştığı bir yer olsaydı da bana yol verir miydi? İlk geçiş hakkının bende olduğunu farz edersek yine de bana yol verdiği için ona teşekkür etmem gerekiyor muydu? Eski sevgilimi uzun uzun anlatarak içimi biraz rahatlattıktan sonra beni dinlediği için arkadaşıma teşekkür etmem gerekiyor mu? Eğer bunun için teşekkür edeceksem arkadaş olmamızın ne manası var?

Eski dere yatağına indim. Sağ taraf evime gidiyor, sol taraf önce kendimi turist olarak hissettiğim Aksaray’a. Karşımda ise nereye gittiğini bildiğim ancak daha önceden hiç yürümediğim bir yol var. Aslında hepimiz nereye gittiğimizi biliyoruz değil mi? Benim o yoldan yürümemiş olmam,  o yolun yürünmediği manasına gelmez. Farklı bir yol değil aslında yürüdüğümüz.

Yorumlar

  1. Telaş kadehlerde yudumlanan, dingin sahil kıyılarında unutulmuş...
    Ten sıcaklığında, kadehler buğulu...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN