ÇIKARIMLAR SİLSİLESİ

Yaşımın başına 3 rakamının geleceği şu günlerde size bilge adam kişiliğimle biraz ahkâm keseceğim. Daha doğrusu ahkam kesmeye başlayacağım ve sonunda kendi kendimi nasıl morarttığımı göreceksiniz. Eğer derseniz ki, birazdan okumaya başlayacağınız cümlelerden ilkini okuduktan sonra, tamam sonu tam tersi çıkacağını biliyorum, evet haklısınız, doğrudan son cümleye ilerleyin ve aradaki boşluk dolduran cümleleri es geçin.

Yaşla ile aşk ters orantılıdır, Benjamin Button gibi küçülmediğimizi düşünürsek tek durum kalıyor ki o da yaşlanıyoruz ve de eğer âşıksak, aşkımız, eğer değilsek de âşık olma ihtimalimiz git gide azalıyor.  

Manik depresiflerin veya daha afili bir ifadeyle bipolar bozukluğa sahip hastaların yaptığı hatalardan birisi de şu an göstermiş olduğu davranışları anlamlandırmaya çalışmak. Ben de bozuk birisi olarak sergilemiş olduğum tavır ve tutumların nedenlerini bulmaya çalışıyorum sanki kök nedenini bulsam sorunu çözebilecekmişim gibi.

Bir yurtdışı seyahatimde yine hostelde kaldım. Diğer Avrupa ülkelerine göre nispeten ucuz olan gittiğim o ülkede ortalama üstü para vererek 4 kişilik bir odada kendime yer edindim, fiyata kahvaltı da dahildi. Bilmeyenler için kısa bir açıklama yapmakta fayda olacaktır. Hosteller benim gibi dar bütçeyle seyahat edenlerin uğrak kalacak yerleridir. 16 kişilik odalar bile duydum ancak en fazla 6 kişilik odalarda kaldım. Maliyetlerin ne kadar düşük olabileceğini tahmin edin. Bunu daha da düşürebilmek için kahvaltınızı da kendiniz hazırlıyorsunuz. Tabi çok da beklentiye girmemek lazım kahvaltı ile ilgili. Ekmeğinizi kızartabilir, kahve veya çayınızı hazırlayabilir, reçel, yağ, peynir gibi ufak tefek kahvaltılıklardan alabilirsiniz. Tabi ki kahvaltı sonrası da kendi bulaşıklarınızı kendiniz temizliyorsunuz.

İlk sabah uyandıktan sonra banyodaki işleri tamamlayıp kahvaltının olduğu bölgeye gittim. Kimisi kahvaltısını hazırlıyor, kimisi kahvaltı olayını halletmiş bulaşıklarını yıkıyor, kimisi ise kahvaltı niyetine sadece kahve almış, tatlı niyetine de belki de orada tanıştıkları arkadaşlarıyla sohbet ediyor. Kısa bir süre etraftakileri inceledim ve sonra kalbimle aynı tempodaki hızlı adımlarla odama döndüm. Basit bir kahvaltıydı ve ben bunu bile yapmayı beceremiyordum. Ranzanın alt katında bulunan yatağıma oturdum. Bir süre başımın üzerinden dökülen kaynar suların gitmesini bekledim ve sonra bu durumla yüzleşmem gerektiğini, basit bir kahvaltının canımı sıkmaması gerektiğini kendi kendime telkin ettim.

Ertesi gün, kimi yeni misafirler bana soruyorlardı kahvaltıyı nasıl hazırlayacaklarını, kahveyi nasıl alacaklarını, bulaşıkları yıkadıktan sonra nasıl durulayacaklarını. Evet bunu kırmıştım ancak yaşadığım o ilk dalga beni sarsmıştı. Bir süre düşündüm, bu davranışlarımın altında neler yatabileceğini irdeledim, türlü türlü senaryolar ürettim ama beni doyuran bir cevaba erişemedim. Aylar sonra annemle bambaşka bir konuda gerçekleştirdiğim telefon görüşmesi o günkü davranışımın nedenlerini açıklamama yardımcı oldu.

Annemle günlük telefon konuşmalarımızdan birisi gerçekleştirirken, tüm kardeşlerinin köyde buluştuğunu, kendisinin de orada olması gerektiğini diledi. Babamla beraber gitmesini söyledim, babamın ameliyattan yeni çıktığını, uzun bir otobüs yolculuğunu kaldıramayacağını söyledi. Ben söylemeden, kendi başına gitmesini gerektiğini ancak buna cesaret edemeyeceğini, yolda tuvaleti gelirse ne yapması gerektiğini bilmediğini söyledi!

Beni el bebek gül bebek, kendince mükemmel yetiştiren biricik anneciğim tuvalete yalnız başına gidemezken benim hiç bilmediğim bir ülkede kahvaltı hazırlamaya cesaret edememem normal geldi ve o günkü davranışımın nedeni ortaya çıkmış oldu.

Bu ve bunun gibi onlarca çıkarımla burayı bir neden-sonuç ilişkisine çevirebilirim ancak konu bu değil. Yalnızca bir girizgâh yapmaya çalıştım çıkarımlara dair ve şimdi aşk ile ilgili gerçekleştirdiğim bazı çıkarımları sizlerle paylaşıyor olacağım.

Üniversitenin ilk senesinde aşkla tanıştığımı fark ettim. Belki daha önce aşkı görmüştüm ama o olduğunu anlamamıştım zira onu aslında görememiştim. Zaten çıkarım da bunun üzerine olacak. Türkiye’de bir şehrin İstanbul’dan büyük olma ihtimali olmadığına göre, hangi şehir olduğunu söylemeden küçük bir şehirden İstanbul’a, üniversite okumaya geldiğimi belirterek bu bölümdeki sözlerime başlamak istiyorum. Daha 18’ime bile gelmeden bu koca şehre gelmiştim, kendimce oldukça zorlu bir aşamaydı bir başına koca şehirde kalmak. Bununla beraber aynı sosyal sınıfta bulunduğum öğrencilerle bir arada bulunmak da bu sıkıntılı süreci atlatmamda epey yardımcı olmuştu. Karma bir yurttu bizimkisi, sokakta 5 katlı bir bina, giriş katı idari işler ve gazino, üzerindeki 2 kat kız, onun üzerindeki 2 kat da erkeklerden oluşuyordu.

Gel zaman git zaman, İstanbul’un curcunasına alışmıştım alışmasına da kızlara bakamıyordum. Yanımdan bir kız geçse hemen başımı öne eğiyordum. Bazen arkadaşlarımın sevgililerine denk geliyordum, sesleniyorlardı bana neden selam vermiyorsun diye, pardon görmedim diyerek geçiştiriyordum. Kimi kızlar için iplemez tavırlar havalı görünse de bakamamamın nedeni havalı olma çabası değil, onların yüzüne bakmaya çekinmemdi.

Bir gün kafamı kaldırdım ve aşık oldum. Yüzüne baktığım ilk kişi olduğu için ona aşık olmamıştım, tam tersi ona aşık olmak için kimseye bakmadım diye telkin etmiştim kendi kendime. Yurdun kapısının önüne oturmuş telefonumla ilgileniyordum, zaman sonra boynum ağrımış olacak ki kafamı geriye doğru götürdüm ve sağ sola hareket ettirdim, kapattığım gözlerim karanlık içerisinde uçurumdan aşağıya düşüyormuş hissiyatını yaşamama neden oluyordu. Kafamı normal pozisyonuna aldım, gözlerimi açtım ve dondum.

Haberlerde görmüşsünüzdür veya bir yerde mutlaka duymuşsunuzdur, hani derler ya, hedefe kilitlendi, sınırdan çıkana kadar takip edildi, kilitlendim ben de ve görüş açımdan çıkana kadar onu takip ettim. Yanılmıyorsam şimdi burada benden kızı tasvir etmemi bekliyorsunuz. Kusura bakmayın, ya yazdıklarımı okumuyorsunuz ya da ben doğru ifade edemiyorum kendimi. Kıza kilitlendim ben, bu durumda göğüslerinden, kalçalarından veya başka bir yerinden bahsetme ihtimalim yok denecek kadar az olduğuna göre gözlerinden bahsettiğimi anlamanız lazım. Onun sadece gözlerini gördüm ben. Bana merhaba dedi gözleri, konuşamadı gözlerim, neden bu kadar uzaksın, girsene gözümden gönlüme doğru, baktı açtım kapılarımı sana dedi gözleri, konuşamadı gözlerim, seni kaç zamandır izliyordum, hani geçen hafta bir gece sabaha kadar televizyon izledin, ben de orada bir köşede ders çalışıyormuş gibi yaptım, ben seni izledim, bir kere bile neden dönüp bakmadım bana dedi gözleri, konuşamadı gözlerim, yapma bunu bana, ilk defa birisine açtım kendimi, âşık oldum sana baksana, yoksa nasıl konuşurdum seninle hiç konuşmadan, ne olur anla beni, ne olur konuşsun gözlerin, yürüyelim seninle, sadece yürüyelim, konuşma tamam ama benim yanımda ol dedi gözleri, konuşamadı gözlerim. Yemyeşil, ışıldayan gözleri siyaha döndü, zifiri karanlık oldu, gözün beyaz kısmı bile siyah oldu ve gitti.

Ertesi gün ve diğer günler benzer saatlerde hep aynı yerde oturdum, yaptığım hareketlerin aynısını yaptım, hatta kendimi biraz daha ilerlettim yavaş yavaş kızların yüzlerine bakmaya bile başladım ama olmadı, onun gözlerini bir daha göremedim.

İlk aşk trenini kaçırmıştım belki ama bununla beraber geç de olsa bu konuları öğrenmeye başladığımı görünce de sevindim. O zamanlar bile kendi kendime çıkarımlarım vardı. Bunları not ettim kendi kendime.

Ortaokulun ilk senesinde, herhangi bir hafta sonunda ailece kahvaltı ederken telefon çaldı. Telefon derken 90’lı yılların ortasından bahsettiğimizi belirtirsem çalanın cep telefonu değil de ev telefonu olduğu anlaşılır sanırım. Telefonu açtım, sınıfın en popüler kızlarından birisi arıyordu, uzun uzun konuşmadık yanlış hatırlamıyorsam zira telefonu kapattığımda evdekiler yanlış numarayla neden bu kadar uzun konuştun diye sorarlardı. “Benimle çıkar mısın?” dediği an başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. O milisaniyeler içerisinde aklıma ne geldi bilemiyorum ama bilinçaltı o telefonu kapattırmıştı. Hâlbuki sınıf en popüler kızıyla çıkmak çok keyifli olmaz mıydı? Büyük ihtimalle o telefonu eden kız, şu an bunu unutmuştur bile ancak aradan 20 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen hala daha benim aklımda.

Başka bir olayda yaklaşık 2 yıl sonra gerçekleşmişti. Sınıfın şımarık ve asi çocuklarından birisi ailesinden benimle beraber ders çalışmak için izin almıştı. Akşamüzeri ders çalışmaya başladıktan kısa bir süre sokaktan kız gülüşmeleri geldi. Arkadaş balkondan bakabilir miyim dedi, ben de olur dedim. Benim biraz gitmem lazım, sen de gelsene, diğer kız da senden hoşlanıyormuş zaten dedi. Bir önceki olay kadar olmasa da yine de kendimi huzursuz hissettim. Ben gitmedim tabi ki, o gitti, kısa bir süre sonra gelirim dedi ama gelmedi. Meğerse ki anlaşmış çocuk zaten kızlarla, beni bir aracı olarak kullandı. Aileme ne yalan atacağımı bilemedim, o an, annesi çok geç kalma demiş dedim. İnadına sanki, karşı apartmanın merdivenlerinde 2 kız 1 erkek saatlerce oturdular. Evdekiler duyacak diye ne kadar korktuğumu anlatamam.

Bunlar ve bunlar gibi diğer olayların kızların yüzüne neden bakamadığım sorusuna cevabım olduğunu düşündüm hep. Ergenliğe yeni giren bir delikanlı, doğrudan veya dolaylı olarak kızların tabu hale gelişi. Kızların gözlerinin içine bakamamak ve ilk aşkımı gözlerimin önünden kaybetmek.

Neden bu kadar uzattığımı merak ediyorsunuz değil mi dostlar? Aşka ne kadar geç kaldığımı ifade edebilmek için anlattım bunca lafı. Gözlerine âşık olduğum o kızdan sonra ise hayatım değişti, git gide sevmeye başladım, sevdikçe güzelleştim, güzelleştikçe etrafımı aydınlattım, aydınlattıkça yaşamdan keyif aldım, yaşamdan keyif aldıkça klişelerimden kurtuldum, klişelerimden kurtuldukça özgürleştim, özgürleştikçe besteledim, besteledikçe onlara yeni güfteler yazdım, güfteler yazdıkça insanların beni daha iyi anladığını düşündüm, böylece insanları daha çok sevdim ve mutlu bir döngünün başına gelmiş oldum tekrardan. Mutlaka hayatta üzüntülerim, hayal kırıklıklarım oldu, sevdim, sevilmedim, sevildim, sevemedim. Yine de aşk hayatımın bir noktasında mutlaka oldu. Ta ki o kısa gibi görünen uzun ilişkime kadar.

Şöyle klasik bir sahne canlandırabilir misiniz gözünüzün önünde; erkek, akşam iş çıkışı ekip arkadaşlarıyla beraber kafeye girer, iki masayı birleştirirler ve iş yerindeki son gelişmelerden hararetle birbirlerine bahsederler. Bir ara erkeğin telefonuna mesaj gelir “sevgilim nerelerdesin” yazar hayatının anlamı, erkek de der ki iş “arkadaşlarımla beraberim”, “sonra görüşürüz o zaman tatlım” der kadın, “öptüm hayatım” deyip mesajlaşmayı kapatır erkek. Kalkmalarına yakın bir çift girer içeriye, ne kadar da mutlu bir çift, kadının dalgalı omuzlarının hemen başına kadar dökülen saçları reklam filmlerindeymiş gibi pervaneden çıktın rüzgârla uçuştu, kadın saçlarını toplamaya çalışırken erkek kadının boynuna baktı, muhtemelen birkaç saat önce dilinin gezdiği yerlere o an yeniden dokunma dürtüsü hissetti. Kadın saçlarının topladıktan sonra el ele tutuştular yeniden, kadın aşkla adamın gözlerine baktı, adam şehvetle kadının boynuna baktı. Adam sustu, kadın durdu, an oldu, dünya durdu. Bu âşık kadın, az önce arkadaşlarıyla kahve içen erkeğe “sevgilim nerelerdesin” diye mesaj atmamış mıydı? Kahveyi için adam yerinden kalktı, kendisinin zannettiği sevgilisinin boynuna bakan erkeği o an boğmak istedi, ancak bir şey yapmadı, yapamadı. Kimse konuşmadı. Yanlarından çekip gitti.

O erkeğin kim olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Bu benim için final noktasıydı sevgili dostlar. Biliyorum farkındayım, size son sevgilimden bahsettim. Aradaki diğer hikâyelerden bahsetmedim. Ancak onlar için de şunu söyleyebilirim sizlere, kolumdaki dövmede ifade etmeye çalıştığı gibi, (elinde balonlar olan bir satıcı ve ondan balon alan küçük bir kız çocuğu) hayatımıza giren çıkan herkese bizden bir parça (bir balon) alıp götürüyor. Elimde yalnızca bir balon kalmıştı, git gide âşık olma kabiliyetimi kaybederken de elimde yalnızca bir balon kalmıştı. O karşıma çıktığında, elimdeki son balonun sahibinin o olduğundan emindim. Hatta bu yüzden boynuma balon dövmesi yaptırdım, rica ederim bunu bildiğinizi kimseyle paylaşmayın, boynumdaki o tek balon, beni aldatan o kızı simgeliyor. Bu da bana ders olsun işte, birisine atfen dövme yaptırmak çok yanlış. Bunun bedelinin bir ömür boyunca hatam ile yüzleşerek yaşamak zorunda kalarak ödüyorum orası ayrı.

Uzun bir süre hayatıma kimseyi almadım, alamadım. Önceleri nadasa bırakayım dedim kendi kendime, sonra bir de baktım ki aşk filizi yeşertecek toprak kalmamış elimde. Zaman geçtikçe daha da yalnız kaldım, birisi gelmek isteyince yanıma, sanki başa dönmüşüm gibi gözlerine bakamadım, uzaklaştırdım yanımdan. Armudun sapı üzümün çöpü mevzusu da değil, nasıl anlatsam size, yalnızlığınızla beraberliğiniz o kadar yoğundur ki, aşk kisvesi altında hayatınıza giren çıkan herkesin sizden bir parça alıp götürdüğünü bildiğiniz ve artık sizden kimsenin bir parça almasını istemediğiniz için kimseyi almak istemezsiniz ya hayatınıza işte öyle bir şey. Yalnız kaldım. Anladım ki yalnızlığımın, artık âşık olamamamın nedeni işte bu farkındalık. Yaşlandıkça farkındalığım arttı. Farkındalığın artması yaşla doğru, aşkla ters orantılı olduğuna göre yaşla aşk da ters orantılı oldu böylece.

Ne kadar sürdüğünü bilmediğim, bilmek dahi istemediğim bir evre başladı bundan sonra. Kendimi materyalist bir dünyanın içerisinde buluverdim. Hiç adetim olmadığı halde cep telefonumu masanın üzerine koymaya başladım, bilin bakalım ne zaman? Tahmin edeceğiniz üzere yepyeni alınmış, parıl parıl son model bir telefon. Kendimce yalanlar uydurdum kılıfsız telefon kullanmaya, hiçbir zaman bir telefonu kılıfsız kullanabilecek kadar zengin olmadım ama sanki umurumda değilmiş gibi gösterdim. Kredi kartını çıkartırken bir insanın koltukaltı kabarır mı? Benim o dönemde kabardı. Kredi kartımı değiştirdim, maaşımın bilmem kaç katı limiti olan, siyah, üzerinde platinium yazan, benim olmayan parayı harcarken caka satabildiğim bir kartım oldu ve bununla gurur duydum. Ne kadar dipte olduğumu görebiliyorsunuz değil mi? Aşk gitmiş, ruh bitmiş.

İşte böyle bir zamanda çıktı karşıma. Uzun uzadıya anlatmayacağım size şimdi kim bu, nereden çıktı, nasıl girdi hayatına diye, biraz da merak edin. Sormayın da e hani o son balon da uçmuştu diye. Meğerse ki o baloncudan balon alan kız değil de, balonu satan satıcının ta kendisiymiş. Hayatım onun ellerindeymiş de şimdi farkına varıyorum.

Bir de o benim 30 yaş hediyemmiş, aşka susuzluğumu gidermek için gelmiş J



 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN