DENEME 1-2

Çok sevdiğim bir arkadaşım üzerinde çalıştıkları gezi blogu için benden yazar olmamı istedi. Onun tarafından bakınca ideal bir yazar adayıydım, hem gezmeyi hem de yazmayı seviyordum. Teklifini kabul ettim, ileri ki zaman diliminde benimle iletişime geçeceğini söyledi, geçmedi, ben de üstelemedim.

Şu anda bilgisayar başına geçmemin nedeni de aslına bakılırsa blog denemesi yapmaktı. Zira gittiğim ülkelerde yaptıklarıma dair birkaç not da tuttum o yanımdan hiç ayırmadığım, benden başka yabancı misafirlerimin de yaşadığımız tecrübelere dair yazılar yazdıkları günlüğüme. Şu an birkaç adım ötemde o defter ancak oraya gitmeye, notlara bakmaya ve geziye dair püf noktaları yazmaya üşeniyorum. Arkadaşımın bana teklif etmiş olduğu blog yazarlığı işinin de neden üzerine düşmediğimi şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Bir gezi blogu yazmak, yaşadıklarının bire bir yazmak gibi geliyor; “Singapur’da turist kartları havalimanındaki MRT istasyonunun, Terminal2 tarafındaki ofiste satılıyor ve bunun için asma köprüden geçmeniz gerekiyor. 2 günlük turist kartı için 26 Singapur Doları vermeniz gerekli, bunun 10’unun depozito olarak daha sonradan geri alabiliyorsunuz.” Bunlardan yüzlerce satır yazmam gerekli ve bende bunu yazabilecek sabır ve de olay örgülerini düzgün biçimde anlatabilecek beceri yok.

Gel gelelim yazdığım yüze yakın kısa yazıya ve de henüz basılmamış ve de basılma imkânsız kitaba. İçlerinde kurgu yok denecek kadar az ve çoğu benim tarafımdan veya çok yakın arkadaşlarım tarafından yaşanan hikâyeler, bir nevi günlük diyebiliriz aslında. Yazıların tarihli olarak kaydedilmesinin en önemli nedeni de bu aslında. Peki, bunca aşk, çiçek böcek, hepsi yaşandı mı gerçekten? Evet, hepsi yaşandı. Bunlardan çok şıpsevdi olduğum manasını da çıkartabilirsiniz, olabilir. Sevmenin, birisinden hoşlanmanın kötü olduğunu düşünmüyorum. Tabi burada bir püf nokta var, hikâyelere ilham veren kişilerin bunları bilmemesi, okurların da hiçbir şekilde tahmin yürütememesi gerekliydi ve bu yürüdü de. Yani siz aslında şu ana kadar gerçekten de benim hoşlandığım kişilere karşı hissettiğim duyguları okudunuz.

Bu yazıyla anlatmak istediğim aşkla, hikayeyle ilgili şeyler değil. Vurgulamaya çalıştığım aslında yazdıklarımın günlükten başka bir şey olmadığı, duyguların dışavurumu. Kimseye anlatamadıklarımı, kimsenin anlamayacağı biçimde herkese anlatıyorum yani. Bu bir beceri gerektirmez. Yazarlık, bir konu üzerinde derinlemesine düşünmeyi, araştırmayı, sabrı, bolca okumayı ve de tartışmayı gerektirir. Bende bu özelliklerden hiçbirisi olmadığını içtenlikle söyleyebilirim.

Şimdiye kadar olan satırlar şurada bir dursun, size başka bir konudan daha bahsedip sonradan ikisini de toparlamayı düşünüyorum.

Çoğu kişinin gıptayla baktığı yaşam tarzı sürdüğümü hissediyorum eğer kendi kendime havaya girmiyorsam. Sürekli yurtdışı gezileri, yeni insanlar, sürekli misafirler, sevdiği bir arkadaşına bile en erken 1 ay sonraya randevu verebilecek kadar yoğun bir sosyalleşme… Neden böyle bir yöntem izlediğimi de anlamlandırmaya çalışırken, sorumun cevabını, Singapur’da, Filipinli bir arkadaşımla havalimanında sohbet ederken buldum. İstanbul’da birkaç gün misafirim olmuştu. Singapur son turumun ilk durağıydı, onunla iki keyifli gün geçirmiş, bolca sohbet edebilme imkânımız olmuştu. Nihayetinde dönüş uçağım Singapur’dandı, havalimanında birkaç saat daha sohbet edebildik.

Konu bir noktadan sonra benim karamsarlığıma geldi. Evet konuşacak, anlatacak bir hikayem kalmamış olacaktı ki karamsarlığımı dışa vurdum, bu yaştan sonra değişmeyeceğimi söyledim, etrafa olabildiğince negatif enerjiyi yaydım. Arkadaşımın beni hayata bağlamak için çaba sarf etmesi,  benim ısrarla reddetmem, onun daha da üstelemesi, beni iyice set çekmem ve sonrasında onun da benim karamsarlığımın onun rengini de siyaha çevirmesi. O anlarda anladım neden bu kadar çok yeni insanla tanışıyor ve onları çabucak tüketiyordum. Onlara anlatacak güzel hikayelerim iki günde bitiyordu zira, daha sonra düşününce birkaç tecrübe daha zihnimde o an hızlıca canlandı. Sonrası etrafa yayılan siyah renkten ibaretti.

Seyahatlere ne zaman başladığım sorusuna cevap olarak, araba alacaktım, masraflı olmakla beraber biraz da olsa para biriktirebilecektim ya da seyahat edip insan biriktirecektim, ben insan biriktirmeyi tercih ettim diyorum. Fazlaca afili duruyor değil mi? İşin gerçeği bir üstteki paragraftan da anlayacağınız üzere insan biriktirmiyorum aslında, insanları tüketiyorum.

Yakın dostlar bazen kırılmayalım diye bazı gerçekleri söylemezler ya hani. Mesela hiçbir yakın arkadaşım göğsümdeki yağlanmanın kötü durduğunu söylemedi bana, nispeten daha az ilişkim olan bir arkadaşım ise doğrudan elleriyle göstererek “onlar ne öyle?” demişti. Aynen bunun gibi, yakın arkadaşlarım söylememekle beraber, yine nispeten daha az ilişkim olan bir arkadaşım “sen insanlara yüksün” dedi. Farkında olduğum için de ben de insanları tüketiyorum sanırım.

Birbirinden bağımsız olarak görünen toparlanacak iki konunun ortak paydası farkında olmak. Farkındayım dostlar, yazar olamayacağımın da, sizleri tükettiğimin de.


Bu yazılanların günlük satırları mı yoksa başarılı bir deneme girişimi mi olduğuna da siz karar verin artık.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN