DOĞUM SANCISI

Doğumumun bu kadar sancılı geçtiğini bilmezdim. Yıllar sonra annem ile son defa kurmuş olduğumuz kömür sobasının başında elektriklerin olmadığı bir zaman diliminde konuşurken öğrenmiştim bu gerçeği. Konusu da geçmemişti her nasılsa doğduğumdan beri nasıldı o gün.

Ramazan ayının uzun günlere geldiği bir dönem. Annem doğum vakti gelmesine rağmen oruç tutmaya devam ediyor. Sahura kalkmak için saatini kurmuş olmasına rağmen onun sesini duymadan gece yarısı ani bir sancı ile uyanıyor. Bu sefer hissediyor geleceğimi, durmayacağımı o kapalı alanda biliyor. Büyük bir açlıkla, yardım dileğiyle kolunu yan tarafına atıyor, yokluyor yatağı ancak babam yok yanında. O an düşünemiyor babamın o gece nöbetçi olduğunu. Tuvalete gitmiştir, su içmeye gitmiştir diyor ve bağırıyor komşuları da ürkütmemek için kısık bir ses tonuyla. Cevap gelmediğini fark edince ses tonunu biraz daha arttırıyor, sonra biraz daha ve biraz daha. Bir zaman sonra babamın o gece nöbetçi olduğunu fark ediyor.

Son nöbetiydi doğum öncesi, doğuma birkaç gün kalmıştı ve bundan sonra bir süre gece nöbetlerine çıkmayacaktı. Hatta belki o gece bile çıkmayacaktı ancak hatırını kıramayacağı bir arkadaşının yerine nöbet tutuyordu. Ne de olsa daha var demişti içten içe, oğlum beni bekler, bana sorun çıkartmaz demişti babam. Tüm kontroller normal seyrinde gidiyordu, herhangi bir anormallik söz konusu değildi ve bu durumda doğuma birkaç gün daha vardı.

Annem yataktan doğrulup dış kapıya gitmeye çalışıyor. Ayakta zor duruyor ancak duvara dayana dayana odanın kapısından çıkıp koridora doğru yöneliyor. Annemin koridorlu evleri sevmemesi de o zamanlardan miras kalıyor kendisine. O koridorun bu kadar uzun olduğunu ilk kez fark ettiğinde ben dünyaya gelmek için can atıyorum. Koridorda yavaşça ilerliyor annem, dış kapıya yaklaşıyor. Sona geldiğini fark ediyor, acısını bir an olsun unutuyor. Biraz sonra karşı komşusuna sesleneceğini, onun da kendisine yardım edeceğini düşünerek acısını dindirmeye çalışıyor.

Rehavet onu hiç beklemediği bir anda cezalandırıyor. Eli duvardan kayıyor, yere yüz üstü kapaklanıyor, beni eziyor tüm ağırlığıyla. Kafasını yere vuruyor. Başının biraz döndüğünü hissediyor, kafasındaki çarpma etkisiyle oluşan acı benim dünyaya gelmek için annemi zorlamamı bir nebze olsun unutturuyor. Annem tüm gücünü toplayarak kapıya doğru sürünmeye çabalıyor. Sürünürken ılık bir sıvının elbisesinden beri tenine değdiğini hissediyor. Eliyle sıvıya dokunuyor, gecenin karanlığında kokusuyla bunun kan olduğunu anlıyor. Nereden gelmişti bu kan, kafasını yere çarpmanın etkisiyle başında mı meydana gelmişti? Yoksa çok daha korkuncu muydu? Yüreğinin ağzında attığını hissetti. Bana bir şey mi olmuştu yoksa? Ne derdi babama, babamın ailesine. Üstelik cinsiyetimi henüz bilmiyorlardı, o zamanlar doğmadan önce bunu öğrenebilmek mümkün değildi. Erkek olma ihtimalim onları heyecanlandırıyordu. Annemin korkusunun nedeni benim zarar görmüş olmam mıydı yoksa babama ve onun ailesine ne söyleyeceğinin bilememesinden miydi halen anlayabilmiş değilim. İçinde bulunduğu ruhsal karmaşanın içinde, acıyan kafasına ve ağırlaşan gövdesine rağmen sürüne sürüne kapıya vardı. Kapı koluna tutunup açtı ve karşı komşusuna seslendi.
Komşusunun evde olması belki de o gecenin en sevindirici olayıydı. Aslında o saatte evde olmaları normaldi. Ancak o gece o kadar anormallikler olmuş ki bu normal durum bile sevindirici bir biçim almıştı.

Kapı önündeki komşusunun arabasına bindikten sonra komşusu annemin başındaki kanı silmişti. Komşusunun eşi arabayı hızla hastaneye sürerken bir köpek çıkmıştı karşılarına. Köpeğe çarpmamak için yapılan ani fren ve manevra annemin yüreğini ağzına getirmişti. Kendisini daha fazla tutamadı ve arabanın içerisine kustu. Yapılan ani fren ve manevra köpeği kurtarmak için yetmemişti. Annem onca hengame arasında arabaya çarpan tok sesi duydu. Köpeğin bir anlık feryadı kulaklarına işlenmişti. Anlamıştı bunun bir köpek olduğunu, onun da canı yanmıştı. Belki de kendisi gibi hamile bir köpekti, doğum yapmak için uygun bir yer arıyordu, kim bilir. Bunu düşününce annemin daha fazla canı yandı.

Araba hangi hastaneye nasıl vardı, onu arabadan nasıl indirip sedyeye bindirdiler hayal meyal hatırlıyordu. Doğum odasına giderken sedyenin lastikleri dönmüyordu, sürtünme sesi kulaklarını tırmalıyordu.

Annemi götürdükleri devlet hastanesinde o gece inlerle cinler maç yapıyordu. Bu kadar ıssız bir hastane nasıl olabilirdi? Ne bir hasta vardı, ne bir hasta yakını ne de annemi doğum odasına götüren komşusun eşi. Yalnızca komşusu ve iki tane sağlık memuru vardı.

Annemi doğum odasına aldıklarında artık suyu geliyordu, dünyaya gözlerimi açmak, ağlamak için can atıyordum. Nitekim doktorun gelmesini de bekleyemedim. Sağdan soldan buldukları genç olan annemden çok daha genç stajyer bir ebe beni dünya ile buluşturdu. Dünyaya gelirken de göbek bağı boynuma dolandı, bir an beynime oksijen gitmedi. Tecrübesiz ebe ne yapacağını bilemedi. Annemin komşusu iç güdüsel olarak müdahale etti ve beni boğulmaktan kurtardı. Doktor doğum hanenin kapısından içeri girdiğinde ben çoktan dünyaya gözlerimi açmıştım.

Annemin ağlamasına alışkındım, duygusal, yaşı ilerledikçe duygusallığı daha da artan bir kadındı. O soğuk kış akşamı, karanlıkta, sobanın başında bunları anlatırken yine ağlıyordu. Ancak bu sefer çektiği acılardan, kötü günlerinden, akrabalarından uzak kalmasından, babasını kaybetmiş olmasından, apartmanda gidip gelebileceği komşu olmamasından, evde ona kimsenin yardım etmemesinden, sürekli başının ağrımasından değildi o akşam ki ağlaması.

-Neden oğlum? Seni istemeyen, seni bu hallere sokan bu kızı halen nasıl istersin, biricik oğlumun gözlerimin önünde eriyip gitmesine yuman bu kızı bana neden getirirsin, neden bu kadar acı çektirirsin bana?

-Doğarken sana bu kadar acı çektirdiğimi bilseydim inan dünyaya gelmek istemezdim. Sen ki beni dünyaya getiren Allah’ın yüce kulusun. Sana acı çektirmek ömrü hayatımda yapmak isteyeceğim son şey. Annem, canım, benim koruyanım, kollayanım. Sana nasıl derin bir muhabbetle bağlı olduğumu Allah biliyor. Gözünden akan bir damla yaş, senin mutsuzluğuna neden olacak herhangi bir konu, söz, hayata mutsuz gözlerle bakmana neden olacak her kim ve ne ise. Bunların hepsinin, her şeyin, herkesin karşısında ben varım. Ama aşığım.

Düşünemem, seni bu kadar sevmeme rağmen düşünemem. Kalbim tüm bedenimi yönetmektedir çünkü. Bana baktığı bir an yüreğimin yangını daha da artar. Bedenim tutuşur. İşin garibi nedir biliyor musun annem? Sana acı çektirdiğimi bilseydim bu dünyaya gelmezdim ama kendi çektiğim acıları attım ben bir kenara. Onun aşkı beni öylesine büyülüyor ki yine yeniden tekrar tekrar doğmak isterim ben. Tekrardan o acıları yaşayabilmek için, onun uğruna çabalayabilmek için, onun uğruna ağlayabilmek için.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN