EZAN


“Günde en azından beş defa aklıma geleceksin”

Taksim’den Mecidiyeköy’e doğru yürümeye karar verdiler. İskender daha önceden çok sık yapardı bunu. Bir milyoncularda satılan adi, tuvalet terliğiyle hem de. Çiğdem ise hiç denememişti bu eğlenceli yolda yürümeyi önceleri. İkisi de kendilerince yazmışlardı o eşsiz geçirdikleri günü…

“Yol gözüme çok uzun görünmüştü. Taksim’in parıltısından uzak, uzun caddede bizi nelerin beklediğini şüpheyle karşılıyordum. Çocuğun niyeti hakkında şüphelerim vardı. Beni yorup, sonra su ikram edip suyuma ilaç karıştırabilir miydi acaba? Yola başlarken bu düşünceler içerisine daldım ve az kalsın bir arabanın altında kalıyordum İskender’in son andaki hamlesi olmasaydı.
Genelde bu yolu metro ile kat ettiğim için yolun üzerinde bulunan binalar ya da çevrede olup biten hakkında pek fikrim yoktu. İstanbul’a ilk geldiğimde arkadaşlarımdan biri bu yolun gündüz vakti trafikle, gece vakti ise hayat kadınları ya da travestilerle dolu olduğunu söyleyince ben de bu yolun kötülüklerini görmemek için bu güzergahta yalnızca metro kullanıyordum.”

“Çok defa yürüdüğüm bu yolda şimdi yanımda hoşlandığım kız olduğu için oldukça heyecanlıydım. Ona baksam mı bakmasam mı diye tereddüt ederken genelde ben konuştuğum için vücut dilimi doğru kullanmak adına ara sıra ona bakıyordum. Bembeyaz teninin üzerindeki çilleri, çileğin üzerindeki noktalar gibi dikkat çekiyordu. Ne çok ne de azdı. Çillerini geçirmek için krem kullandığını söylediğinde ona ciddi ciddi kızmıştım hatta. O çiller olmazsa olmazdı. Susuz nehir olur muydu? Öğrencisiz okul olur muydu? Sözsüz kitap olur muydu?
Bana bakmaya çekiniyor muydu bilmiyorum ama ara sıra attığım kaçak bakışlarda onun dalgın olduğunu anlayabiliyordum. Düşünceliydi. Yere bakmasına rağmen altı boş olan taşa basıp hafifçe dengesini kaybetmişti. Kafasından o kadar çok düşünce geçiyordu ki az kalsın bir arabanın altında kalacaktı, son anda tuttum onu.”

“El ele tutuşmuyorduk ve bir anda kolumdan tuttuğu için çok heyecanlandım. İlk defa vücutlarımızı parçaları birbirlerine temas ediyorlardı. Üzerimde kalın bir mont olmasına rağmen kolumu tutan elini hissedebiliyordum. Ben de dengemi sağlayabilmek için onun omzuna tutundum. Sıcaktan hoşlanmayan İskender ince bir mont almıştı üzerine. Geniş omuzlarına ilk defa dokundum ve dehşet verici şekilde kendimi o omuzdan ayrılamaz halde buldum. Bırakamıyordum, onun eli benim kolumda, benim elim onun omzunda. Bu şekilde kalmak isterdim, keyfini çıkartmak isterdim hoşlandığım çocuğun omzuna tutunmanın ama pek izin vermedi buna. Omzunu silkti ve benim kolumu bıraktı.”

“Kolundan tuttuğumda elimin uyuştuğunu hissettim. Hoşlandığım kızın kolunu tutuyordum, fiziksel olarak ilk defa bu kadar birbirimize yaklaşmıştık. Daha önceden sinemaya gitmiştik ama elini tutmaya cesaret edememiştim ve ne zaman tutabilirim bundan da emin değildim. O da benim omzumu tuttu dengesini sağlamak için. Bir an için onu kendime çekip dudaklarından kana
kana öpmek geldi ama kendimi tuttum, omzumu silktim ve benden ayrılmasını sağladım. Eğer bunu yapmasaydım kendime hâkim olamayabilirdim.”

“Kolumu neden bu kadar çabuk bıraktı ki? Beni kendine doğru çekse, dudaklarımız birbirine kavuşsa ne kadar da hoş olurdu aslında. İnce üst dudağına nazire yaparcasına kalın alt dudağı beni kendisine çağırıyordu. Sıcaklığı geliyordu o konuşurken her ne kadar bana bakmasa da. Ağzından dökülen her kelime dudaklarımla bir oluyordu adeta.
Yolun neredeyse yarısına gelmiştik ve hep o konuşuyordu. Ben de biraz konuşmaya çalıştım ve içki içip içmediğini sordum. Dışarıdan bakınca son derece alkolik birisine benziyordu. Edindiğim bilgilere göre uzun süredir de Trakya’da yaşıyordu. Orada bu kadar uzun süre geçirip alkol kullanmaması imkânsızdı. Ama ısrarla içmediğini söylüyordu, hayatı boyunca hiç içki tüketmemiş. Bu çocuğa inanıp inanmamakta güçlük yaşıyorum.”

“Dudakları beni çağırıyordu aslında, gel tadıma bak diyordu ama kendimi tuttum işte. Yolda yürürken artık ona bakamaz oldum utancımdan. Onun bana bakıp bakmadığından ise emin değilim. Kaçamak attığım bakışlarda onu sürekli yola bakarken buluyordum. Omzumu silkmemden rahatsız mı olmuştu acaba? Fazla mı sertti bu davranışım bilmiyorum.
Yolun yarısına gelmiştik hemen hemen ve sürekli ben konuşuyordum. İçki içip içmediğimi sordu ve ben de içmediğimi söylediğimde bana inanmadığını söyledi. Tipimde tam bir alkolik havası varmış. Saçlarımdan, sakallarımdan ve dinlediğim müzik türünden bu çıkarımı yapmıştı ama her tip bir değildi ve ben de bunu ona anlatmaya çalışıyordum.”

“Söylediği sözlere inanamasam da içki konusunu kapatmalıydım artık. Fazlaca üstelemenin anlamı yoktu. Biraz ısınmıştım ben de konuşmaya. Ara sıra ben de lafa karışıyordum. İçimde onun dudaklarına sahip olma arzusu git gide artıyordu. Kim bilir kaç kişiyi öpmüştü o dudaklar.
Daha tam olarak sevgili bile olmadığımız bu çocuğu ben neden bu kadar kıskanıyordum ki? Dayanamadım ve kaç kişiyle öpüştüğünü sordum. Birileriyle dudak dudağa öpüştüğü kesindi ve ben bunun sayısını merak ediyordum.”

“Bana inanmak istiyordu ama inanamadığına eminim. Tipim tam bir alkolik olduğumu gösteriyordu ama gerçektende hiç içki içmemiştim hayatım boyunca küçükken yanlışlıkla dolapta bulunan rakı şişesini su şişesi yerine kafama dikmemi saymazsak.
Bir de kaç kişiyle öpüştüğümü sormaz mı? Bu kızın bunu neden merak ettiğini ben de merak ettim. Demek ki o da benden hoşlanıyordu ki böyle bir soru sorma ihtiyacı hissetti. Kimsenin dudağını öpmediğimi söylediğim de ise aynı içki olayında olduğu gibi bana inanmadığını söyledi. Bir yanımın hoşuna gidiyordu bana soru sorması, benimle ilgili hayata dair konularda merak içerisinde olması, diğer yanım ise kızıyordu bana inanmadığı için.”

“Kimseyi öpmediğini söyleyince buna da inanamadım. Nasıl olurdu da bu çocuk kimseyle öpüşmezdi. Yıllardır bu koca şehirde ve mutlaka sevgilileri olmuştur, onlarla yatmasa bile en azından onların dudaklarının tadına bakmıştır. – Bekaret gibi düşün bunu, ben dudaklarımı evleneceğim kıza saklıyorum – gibisinden bir cümle kurdu ve kalbimin daha hızlı atmasına neden oldu. Ne kadar da farklıydı bu çocuk böyle. Baştaki düşüncelerimin yanlış olduğuna inanmaya başladım, en azından öyle olmasını istiyordum. Evet, bu diğerlerinden farklıydı, hem de çok farklı. İnanıyordum ona. Bunu ona da söyledim. Hem içki konusunda hem de öpüşme konusunda.”

“Neyse ki bu kızgınlığım uzun sürmedi. Bana inandığını yavaş yavaş hissedebiliyordum artık. Beni diğerleriyle, sıradan insanlarla karıştırıyordu herhalde. Özellikle öpüşmenin benim için çok kutsal olduğunu, önceki sevgililerimle bile öpüşmediğimi söyleyince o da farkına vardı benim nasıl birisi olduğumu.”

Kar olmasa da Aralık ayı kışın tüm yüzünü gösteriyordu. Hava kararmak üzereydi ve soğuk tüm sertliğiyle beraber kış ayında olduklarını hatırlatırcasına yüzlerine doğru vuruyordu. Çiğdem’e tarif edilen curcuna vardı yolun genelinde. Birkaç ışıktan karşıdan karşıya geçtiler ve sonunda Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezinin önüne kadar geldiler. Kıyametin habercisi akşam ezanı okunmaya başlandı.

“Öpüşme konusundan sonra bir süre havadan sudan konuştuk ve sonra biraz daha sokuldu ve iznimi almadan dudaklarımdan öptü. Ne olduğunu anlayamadım, nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Önce bacak arasına bir tekme atma içgüdüsüyle dizimi kaldırır gibi oldum ama dudakları o kadar tatlıydı ki ben de emmeye başladım. Şehvetten eser yoktu öpüşmemizde, sanki ben bir bebektim ve onun dudaklarını emiyordum. Elimi tuttu, saçlarımı okşamaya başladı. O an gözlerimden akan yaşlar yıllardı özlemini çektiğim limanımı bulmuş olmamın getirdiği sevinç gözyaşlarıydı. Bu çocuk benim sevgilimdi artık.”

“Öpüşme konusu geçtikten sonra bir süre havadan sudan konuştuk. Alışveriş merkezine girmek üzereyken ezan okunmaya başladı. Evdeyken annemin babama –Ezan okunuyor, beni öp, sevaptır- demesi geldi aklıma. Bundan sonrası çok hızlı gelişti. Kendime hızla çektim ve dudaklarından öpmeye başladım. Bunu başlatan bendim ama hâkimiyet ondaydı sanki. Hâlbuki ne kadar da korkmuştum bacak arama tekme atacak diye ama atmamıştı işte. Bu kız benim sevgilimdi artık.”

Sevgilim,

Dudaklarının tadını çok özledim. Vişne rengi dudaklarının tadını neden hiçbir tatlıda alamıyorum ben? Yediğim yemek yalnızca hayati fonksiyonlarımı yerine getirmeme yarıyor. Onun haricinde tatsız tüm yiyecekler. Hâlbuki ne kadar da tatlıydı dudakların, ne kadar da güzel uyuşmuştu birbirlerine ikimizinkiler de.

Şimdi neredesin? O dudakları benden başka öpen olacak mı? Onların eşsiz tadına benden başka erişen olacak mı? Hayatı o dudaklarla renklenecek başka birisi olacak mı?

Ezanın sesini duyduğum an gözlerimden yaşlar akmaya başlıyor. Zamanla geçer demişlerdi ama o zaman bir türlü gelmiyor. Ayrı kalmamızın nedeni nedir ki? Beni neden istemez oldun ki? Beni sevmeyi ne zaman bıraktın ki? Benim dudaklarımın tadını neye değiştin ki?

Ömür dediğin geçecek bir çırpıda seninle geçirdiğim onca güzel gün gibi. Hayatın karmaşası içerisinde kaybolacağım. Belki her an seni anmayacağım ama ;

“Günde en az beş defa aklıma geleceksin”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN