BİR CÜMLE TEFSİRİ


“Arkadaşım Canan’a çok kızmıştım, benden izin almadan suyumu içmişti. Ona çok sinir olmuştum”



Onu gördüğü için ne kadar mutlu olduğunu anlatamaz size. Düşünsenize hayattaki en büyük amacı biriktirdiği misketleri daha da arttırmak olan 10 yaşındaki çocuk onu gördüğünde bir torba misketi olduğu yerde öylece bırakıp onu daha çok görebilmek için koşa koşa sokağı diğer taraftan dolanıyor ve de önüne çıkıyor. Onu görüyor, yanından geçip giderken, hayat yavaşlıyor, yavaşlayan hayatla beraber o adımlarını iyice yavaşlatıyor ve neredeyse duruyor. Kokusuyla kendinden geçiyor, kokuyla bir insan nasıl sarhoş olabilir ki? Aşkın şarabını içtiğini o çocuk nereden bilebilir ki?

Eve döndüğünde misketlerini soran annesine, “bir arkadaşa verdim” diye yalan atıyor. Çocuğundaki garipliği anne fark ediyor aslına bakılırsa, yaşama odağı olan misketleri nasıl oluyor da bir çırpıda başkasına verebiliyordu. Önce serserilerin elinden zorla aldığını düşünüyor, çocuğunun suratına bakıyor. Keyifle bakan gözlerini görünce bu ihtimali siliyor ancak çocuğunun doğruyu söylemediğini biliyor olmasına rağmen üstelemiyor. Oğlum büyüdü artık diyor kendi kendisine.

O gece yattığında önce mutluluktan uyuyamıyor gibi oluyor, sonradan ise sıkıntıdan, ya onu bir daha göremezse? Ruhunu kemiriyor onu bir daha görememe ihtimali. Sabaha kadar uyuyamıyor. Ertesi gün de, ondan sonra ki gün de. Ta ki okul açılana kadar.

Yaz tatili boyunca ara sıra keyifli zamanlar geçiriyor ama akşam yatağa girdiğinde aklına hep o geliyor. Okulun ilk günü ise uykusuz geçen gecelerde ettiği duaların karşılık bulduğu için binlerce kere şükrediyor. Aşık olduğu kız tek tip giyinen yüzlerce insan arasında nasıl da dikkatini çekiyor, sokuluyor usulca yanına doğru. Evet, aynı kokuyu tekrar alıyor. Aylar önceki gibi, O kokuyor. Sınıf listeleri açıklanıyor, herkes içeriye giriyor ve o hengame içerisinde onu bir an gözden kaçırıyor ancak artık aynı okulda olduklarından emin ve de onu mutlaka göreceğini biliyor.

4 katlı okul binasının en üst katında sınıfı. Bir hışımla çıkıyor yukarıya bir an önce sınıfa gidip en arkada yer tutabilmek için. Sınıf tabelasına bakıyor “6-H”. İçeriye giriyor, onlarca tek tip giyinmiştim öğrenci arasında kendisini ona kilitlenmiş buluyor. Aynı sınıftalar. Düşünmüyor, adımları ister istemez onun arkasındaki sıraya oturtmaya götürüyor onu.

Sevmek, sevdiğini açıkça söyleyebilmek ne kadar da güzel… Bu yetiyi ne zaman kaybediyoruz acaba? O da korkuyor, söyleyemiyor. Kendisine bir sırdaş arıyor. Belki misketlerine anlatırdı ama onlar da aşık olduğu kız için feda edilmişti. Konuşabileceği kimsesi, derdini anlatabileceği kimsesi yokken, sınıf tabelasını “he” yerine “haş” biçiminde telaffuz ettiği için tomarla azar işittiği Türkçe öğretmeninden buluyordu dert ortağını; “günlük”. Onu azarladıktan sonra dersine devam eden öğretmen, öğrencilerini günlük yazmaları konusunda teşvik etti, belki de en büyük sırdaşları o günlük olabilirdi. İşte, bulmuştu o da artık dert ortağını. Eve gider gitmez bir ajanda buldu. Yazmak istediği çok belliydi ama korkuyordu. Sevdiğini açık açık yazmaktan, bunu birisinin okuma ihtimalinden, annesinin ona kızmasından, arkadaşlarının onunla dalga geçmesinden korkuyordu.

Günlüğüne yazdığı ilk satırlar şunlar oldu;


Arkadaşım Canan’a çok kızmıştım, benden izin almadan suyumu içmişti. Ona çok sinir olmuştum.


Bunun mealini ondan başka bilen yoktu, bu iki cümlenin tercümesi onun için şuydu;


Canan’a aşık oldum, benden izin almadan kalbimi çalmıştı. Onu deliler gibi seviyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İDRİS BEYİN'İN MEYHANESİ

ANLAMSIZ CÜMLELER

ÖLMEK İÇİN ERKEN